Bugün, İngilizlerin "Tanrı bile batıramaz!" dediği, "Titanic" gemisinin 91 yıl önce batıp soğuk sulara gömüldüğü gündür. İnsanoğlu, dinin kontrolünden çıktığında, nerede duracağı, ne yapacağı belli olmuyor. Kendilerine, dünya ve ahiret saadetini göstermekle görevli Peygamberlere bile kafa tutuyor! Hatta bu olayda olduğu gibi Allaha da -hâşâ- meydan okumaya kalkışıyor. Her devirde böyle ahmaklar gelmiştir. Bu zâlimler, milyonlarca insanı öldürerek ve işkence yaparak ve din kitaplarını yok ederek, milletlerini sindirmişler, korkutmuşlardır. Her istediklerini zorla yaptırarak şımarmışlar, kendilerinden üstün bir güç yok zannetmişlerdir. Fakat Cenab-ı Hak, onları en güçlü oldukları zamanda yok etmiştir. Allahü teâlâ, imhal eder, fakat ihmal etmez. Yani kendisine karşı yapılanları hemen cezalandırmaz, mühlet verir, fakat bunları cezasız bırakmaz. Eninde, sonunda herkes yaptığının karşılığını mutlaka bulur. Titanic'in yok edilmesi gibi... 1912 senesinde İngilizler, bir gemi imal ettiler. Bu gemi ile dünyaya, "Böylesini kimse yapamaz" diye meydan okudular... Yalnız insanlara meydan okumakla kalmadılar -hâşâ- Allahü teâlâya da meydan okuma küstahlığında bulundular. Gemi ilk seferine çıkarken, görevliler, "Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz" deme cüretinde bulundular. İsmini bile "eski Yunan tanrılarından" birinin adı olan, tabiat üstü güç manasında, "Titanic" koydular. Geminin görüntüsü bozulmasın diye, yeterli sayıda filika bile alınmamıştı. Batmayacak gemide bunlara ne lüzum vardı ki! Gemi her türlü fuhuş ve sefahetin işlenmesine müsaitti. Bu gemide yolculuk yapamayanlar, kendilerini şanssız sayıyorlardı. Günlerce yapılan hazırlıklardan sonra, aralarında pek çok tanınmış şahsiyetin de bulunduğu 2340 yolcusu olan Titanic, 10 Nisan 1912 tarihinde, İngiltere'nin Southampton limanından, ABD'nin New York şehrine gitmek üzere ilk seferine çıktı. Titanic, Atlas Okyanusu'nda süratle ilerlediği sırada, civarda bulunan gemiler, telsizle, tehlike teşkil edecek buzdağları gördüklerini haber verdiler. Ancak Titanic personeli, bu uyarıya aldırış bile etmedi. Geminin mühendisi, kaptana, "Süratini artır, kısa zamanda varalım ki, gazetelere manşet olalım" diyordu. Gemi, gece, 22 deniz mili hızla ilerlediği sırada, Newfoundland Adası'nın açığında, 15 km boyunda ve 60 m genişliğindeki bir aysberk (buz dağı) ile karşılaştı. Çok hızlı gittiği için, dümen kıramayacağını anlayan kaptan, mühendise, "İşte şimdi gazetelere manşet olacağımız kesinleşti" dedi. Gemi buz dağına hızla bindirdi. Buz parçaları güverteye yayıldı. Âlem yapan yolcular, kahkahalar içinde bu buz parçalarını alıp, viski kadehlerine koyuyorlardı. Geminin sağlamlığı sebebiyle, batmasına ihtimal bile verilmediği için, herkes zevk ve sefahetine hâlâ devam ediyordu. Her türlü içkili eğlence ve fuhuş işleniyordu. İsyan, gurur zirvedeydi. İnsanlıktan eser kalmamıştı. Hatta gemi orkestrası, sular, çalgıcıların dizlerine çıkıncaya kadar çalmaya devam etmişti... Geminin çoğu suya gömülünce işin vahametini anladılar. Önce birinci sınıf yolculara haber verildi. 2. ve 3. sınıftakiler hadiseyi çok sonra anladılar. Bunun için, 709 kişilik 3. sınıftan ancak 55 kişi kurtulabildi. Ayrıca, az sayıda olan filikalara önce Lordlar bindirildi. Lord ve avam ayrımı yaparken, gecikmeden dolayı yüzlerce kişi boğuldu. Lordlar, avamın bulunduğu filikalara binmek istemiyorlardı. Avamla birlikte olmaktansa, ölmeyi tercih edenler bile çıkmıştı... Bu ceza, bu helak etme ne ilktir ne de son olacaktır. İbret almayanlar için tarih daha çook tekerrür edecektir. Kur'an-ı kerim bunu şöyle haber vermektedir: "Nuh milletini de, peygamberleri yalanladıkları zaman suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret kıldık. Zalimlere can yakıcı azap hazırlamışızdır." (Furkan-37)