Kış vakitleri yaklaşıyor, kara bulutların eşliğinde... Rüzgâr, aysız gecelerin karaltılarına saklanarak yine fırtınaları çağırıyor ıslık çalarak... Buz tutmuş dağların tepelerinde başını derin bir uykunun kollarına bırakamayan ve ateş yakmadan ısınmaya çalışan Mehmetçik'ler kimsenin aklına düşmüyor galiba... "Ağaçlar gibi ayakta ölenler" var yanıbaşımızdaki hudut boylarında... Yaşamak neden bu kadar zor bu coğrafyada? Ve niçin bu kadar zorlaştırılmış? Kurtuluş Savaş'larında 'birlikte ölmesini bildik' diyenler 'birlikte yaşamasını neden bilemedik?' sorusunu kendine niçin soramıyor... * Zaten hayatın kendisi zor... Ve âdeta felaket günleri yaşanıyor dünyanın her yerinde... İnsan doğduğu günden beri büyük bir sırt çantasıyla dolaşıyor... Hayatın yükü öylesine ağır ki... Niceleri bir kuruş uğruna ölüyor... İnşaat şantiyelerinde yanarak, zehirlenerek ölen işçilerin tek derdi eve ekmek götürebilmekti... Bu dramlara ait haberlerin fotoğrafları bir kurşun gibi yürek dağlıyor... İyi bir çocuk, İyi bir öğrenci, İyi bir evlat, İyi bir asker, İyi bir eş, İyi bir baba, İyi bir personel, İyi bir komşu, İyi bir dost, İyi bir arkadaş, İyi bir akraba, İyi bir vatandaş, İyi bir ihtiyar, İyi bir kul... Ve bir varmış bir yokmuş misali musalla taşında ölümle sona eren hayalden ibaret bir dünya... Üstad Necip Fazıl'ın sözü yine düşüyor aklımıza; -Hayatı fazla ciddiye almayın, nasıl olsa içinden sağ çıkamayacaksınız! Hayatı aşırı derecede ciddiye alanlar ne gariptir ki hayatı yaşayanları hafife alıyor... Bu kadar 'iyi'yi bir araya getirebilen ve kusursuzluğu başarabilen kaç adam yaşıyor hayatta? Pahalılaştırılmış bir hayatın acımasızlığına herkes yenik düşüyor... Ve herkes ayakta durmaya çalışıyor bir ağaç gibi. Şairin dediği gibi; -Dün erkendi, yarın geç... Soğuk ve ayaz geceler ve kara kış vakitleri kapılara gelip dayanmadan bir arada adam gibi yaşamayı bilelim...