Korktum, duyduğum zaman; karanlığın içinde bir bina yanmış, sana yakın bir yerde... Korktum; karanlık cayır cayır yırtılmış ve çığlık çığlığa!.. * Sen, uyuyormuşsun aslında; Sevinsem mii, üzülsem mi!.. * Görmediğin,, belki de görüp bakmadığın için ağarmamış bir kuytunun karanlığında kalmış olan konak tutuşmuş orta yerinden... Tene düşen kezzap gibi, yahut; cana düşen sevda gibi düşmüş sokağa ateş, ve savrulmuş kıvılcımlar karanlıktaki geceye!.. * Korktum. Korktum duyduğum zaman; sana yakın bir sokaktan çatırtılar geldiğini... Korktum; korkabileceğinden!.. Ama sen, uyuyormuşsun zaten; duymamışsın bile, görmemişsin... Bilemedim; sevineyim mi, üzüleyim mi?.. * Aşk "cana" düşmüş; Tene kezzaap yaraya tuz gibi yahut bir yaralı konağa ateş gibi... ..... Yaramsın! * Dediler; kırk yıldır boş bir konaktı bu. Konan uçtu, gelen gitti, giren çıktı... Dediler; yanan, acılarıdır bu konağın... Acılar, kandilin yağı gibi dibinde birikmiştir; duvarlardan süzülmüştür aşağı, nem gibi ve ter gibi... Dediler; şu isli ve kararmış yüzündeki her çizgi bir dilin yarasıdır, yarin hatırasıdır... * Ve şöyle dediler: Her konak, henüz kökleri dünyaya sarılmış bir çam ağacıyken; reçinesini kendi emer topraktan!.. ..... Yani soru büyüktür; Ateş midir yakan, yoksa odun mudur kendini çatır çatır yanmaya hazırlayan?.. Ve dediler, ve dediler, dediler; Ama ben... ...diyemedim! ..... Çıra: Çam ağacının çabuk yanmaya elverişli yağlı yeri. Aydınlatmak için yakılmış çıra. Çırağ, çerağ: Mum, kandil gibi ışık veren şey, ışık vasıtası. (Türkçe'nin Sözlüğü / Prof. Dr. M. Yelten, Prof. Dr. M. Özkan-B.K.Y.)