Başbakan Erdoğan istediği kadar çabalasın. Valileri toplayıp "protokol adamı" değil, halkın arasında bir "çözüm adamı" olun desin. Hükümet üyeleri isterlerse uyumasınlar, gecelerini gündüzlerine katarak ülkeyi tarasınlar. Cumhurbaşkanı Amerika'dan Kazakistan'a, Arabistan'a, Şam'a dur durak bilmeden fikir götürsün, çözüm üretsin. İş adamlarımız yer kürede ayak basmadık nokta bırakmasınlar, dünya pazarlarında rekabet etsinler. Esnafımız canlarını dişlerine takıp alın teri üretsinler. Analar çilelerini katık etsin, ev geçindirsin, evlat yetiştirsin, aileyi diri tutsun. Yetmiyor. Hepsinin, hepimizin gönül birliği ve alın teri ülkeyi huzurlu ve istikrarlı kılmaya yetmiyor. Bu ülkede gülüp kucaklaşan mutlu insanları, salıncağında şen çocukları, okulunda istikbal dokuyan öğrencileri istemeyenler var... Huzurumuzu kıskananların çoğu devletten maaşlı, bir gün pazaryerine çıkmamış, hiç riske girmemiş kampüs çocukları. Köşelerinde oturup 21'inci yüzyıl Türk toplumunu yönetmek istiyorlar. Akıllarınca kurumlar milleti şekillendiren birer kalıp, devlet ise toplumun içinden akıp yön tutacağı nehir yatağı. Onlara kalırsa bireyler kendileri olmamalı, gönüllerince yaşamamalı, her şeyi de öğrenmemeli. "Ben" lânetlenmiştir, toplumda eritip "biz" yapılmalı. Neyi seveceğimize, neye inanacağımıza, nasıl giyinip kuşanacağımıza devlet/yani onlar karar vermeli. İlericilikten lâf etseler de iletişim çağında insanların geliştiğinin, bireyselleştiğinin farkında değiller. Köhnemiş totaliter dağarcıklarıyla toplumu yorumlayabileceklerini sanırlar. Onun için 22 Temmuz'u hâlâ anlayabilmiş değiller. Cumhuriyet yaftalı mitinglere ve beyin yıkama tertiplerine rağmen, halkın vesayetçi devleti değil, özgürlükçü, çoğunlukçu demokrasiyi seçmesindeki hikmeti de kavrayamadılar. Baş örtüsü artık özgürlüğün sembolü Ulusalcı ve devletçilerimizin kampüsü bugünlerde çok hareketli. Ardı ardına toplumun üzerine fişekler salıyorlar. Baş örtüsü yine gündemde. Rejim tehlikede çıngırağı bir daha çekildi... Tam da terörün kökü kazınmaya yüz tutmuşken, Sivil bir anayasa yapma heyecanı toplumu sarmışken, Çankaya bekçiliğinin yerini dünyada ses getiren Cumhurbaşkanının aldığı, 2008'in AB yılı ilan edildiği şu ortamda. Hrant Dink'in hunharca katledilişini lânetlediğimiz bir güne rast gelmesi tesadüf müdür bilmiyorum. Ama ölümünden bir yıl önce o şöyle söylüyordu: "AK parti AB yolunda iyi gidiyor. Bu gidişi kesmek için iki şey denenecek. Önce bir lâiklik krizi çıkarılacak. Ardından ulusalcılık krizi eklenecek." Öyle de oldu. Geçen yıl nisan-temmuz aylarında tezgâhlananları, bir de 301'den yargılanan Hrant'ın ulusalcılık adına vuruluşunu hatırlayın... Plak tekrar konuldu, köşe başlarında hoparlörler: "Baş örtüsü serbest olursa, rejim yıkılır, devlet bölünür"... Hayır efendim. Baş örtüsü serbest olursa ne rejim yıkılır, ne devlet bölünür. Evhamlarınızı gerçek gibi milletin üstüne salmayın. TESEV araştırıyor, KONDA araştırıyor, SONAR araştırıyor, herkes araştırıyor. Kimse türbanda bir tehdit bulamıyor. Halkın başörtülülerle alıp veremediği yok. Siz nereden uyduruyorsunuz? Atın evhamlarınızı artık. Ya da çekin ellerinizi milletin vicdanından, düşün yakasından! Bir de şunu bilin: Baş örtüsünü hanımlarımız, kızlarımız dinî inançlarının gereği olarak takıyorlardı, ortalarda görünmüyorlardı. Sayenizde inancın sembolü olmaktan çıktı, özgürlük sembolü oldu. Onu dinî nedenlerle değil, dayatmalarınıza karşı özgürlük sembolü olarak herkes takar oldu... Size inat!