Sanki daha dün burada caminin inşasında çalışan herkesi toplamış ve herkese teşekkür edip helallik almış, "Ola ki hakkı kalan olmuştur. Burada olanlar olmayanlara duyursun. Kimin hakkı varsa, gelip bizden istesin" demişti... Bırakın çalışan insanları, inşaatın en yoğun zamanlarında yük çeken hayvanların bile çayıra salınma saatlerine dikkat edilmiş, Muhteşem Süleyman'ın muhteşem Süleymaniye'si yapılırken hak ve hukuk her şeyden önde tutulmuştu. Daha dündü sanki ve şimdi 46 yıllık saltanatın sonunda Koca Sultan'ı ahirete uğurlamaya on binler akın etmişti. Avrupa'yı hallaç pamuğu gibi atmış, ağır hasta olmasına rağmen "sefere" çıkmaktan geri durmamış ve Zigetvar önlerinde Hak'ka teslim olmuştu. Halkın bir ucu Mercan Yokuşunda, bir ucu Vefa'daydı... Namazını Ebussuud Efendi kıldırdı. Fatihalar okundu. Kanuni Sultan Süleyman'ın naaşı tam defnedilecekken bir saray görevlisi elinde tuttuğu bir kutuyu tabuta sıkıştırmaya çalıştı. Ebussuud Efendi hemen karşı çıktı: "Ne yapıyorsunuz siz? Nedir o? Kabre kıymetli eşya koymak caiz değildir." "Efendim, bu rahmetli Sultanımızın bana vasiyetidir. Kabrinin yanına konmasını vasiyet etti. Çok sıkı tembihledi. Mutlaka koymam lazım." Herkes meraklanmıştı. Ebussuud Efendi, "Dinimizde böyle bir şey söz konusu olamaz. Fakat Padişahımız istediğine göre bir sebebi olmalı. İçinde ne var görelim. Ona göre karar verelim" dedi. Görevli elindeki kutuyu Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye uzattı. Ebussuud Efendi dikkatlice açtı kutuyu ve sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Kutunun içinde yıllardır Padişahın kendisinden istediği fetvalar, hükümler, kendi mühürleriyle ve imzalarıyla deste deste istiflenmiş haldeydi. Ebussuud Efendi oracığa çöktü. Rengi uçup gitmişti. Ağzından şu cümleler döküldü: - Ah Hünkarım... Ah Koca Sultan Süleyman... Sen kendini kurtardın... Bakalım Ebussuud nasıl hesap verecek? *** İşte Saddam'ın, Mübarek'in, Kaddafi'nin topraklarında eskiden bu Osmanlı vardı...