Bizim meslekte, popüler olmak yazı yazmakla, ifade, yorum, kalem oynatmakla olmuyor... Dilin uzun olacak... Milletin siyah dediğine, beyaz diyeceksin... Herkesin fikrine saygı duymayacak, en olmadık fikirleri ortaya atacaksın... Ve işin en kolayı, başkalarına hakaret edip, aşağılayacaksın... Bakın o zaman ekranlar, sütunlar ve dolarlar nasıl sizin oluyor... Türk spor okuyucusu ne yazık ki "Amigo yorumculara" bunlar, bir Çetin Altan, bir Bekir Coşkun, bir Hasan Pulur'muş gibi kıymet veriyor... Bu toplum, işine geldiği gibi "Takdir hakkını" kullandığından, mesleğimizin objektif yazarları bu arada her zaman "Tu kaka" ediliyor... Spor sayfalarının müdavimleri "Bizim takım" veya "Bizim başkan" ağızlarıyla yazılarına girmeyeni, kendinden saymıyor, saygı duymuyor! Bu değerlendirmeyi çok iyi bilen yorumculardan bazıları da, tribünlere oynamayı tercih ettiklerinden, aramızda bir kulüpçülük yarışı başlıyor ve meslek çirkinleşiyor... Sonra bizler kamuoyunda topluca "Yağcı, amigo, avantacı" durumuna düşüyoruz... Adımız çıkıyor dokuza, inmiyor sekize... Bütün bu yanlışlıkların, yıllardan beri gelip geçici olacağını düşünüp avunduk ve yanıldık... Adamlar bir ata bindiler ki "Dörtnala" gidiyor, hızlarını hiç kesmeden spor basının içinde "Cirit" atıyor... Hem de sırıtarak, bizlere "Nanik" yaparak, ceplerini-küplerini doldurarak... Beşiktaş'ın "Anasının ak sütü gibi helâl şampiyonluğunu" zamanında Lucescu yüzünden imkânsız görenler, şimdi yine büyük pişkinlik içinde, ahkâm kesmeye devam ediyor... Lucescu'ya "G.Saray'ın artığı" yakıştırmasını yapan kişiler, bugün Lucescu'nun neredeyse ayaklarına kapanıyor... Dün, Rumen hocaya "Korkak" damgasını vuranlar, şimdi yine ortalıkta ama bu sözcüğü anmadan, istemeye istemeye, Beşiktaş'ı alkışlamak zorunda kalıyor... İyi güzel de, bu kadar aşağıladıkları, adam yerine koymadıkları, hocadan saymadıkları kişinin karşısında, yenildiklerini niye bir türlü kabul etmezler ki? Lucescu gibi, Türkiye'ye gelmiş bir beyefendi, bir insancıl, bir futbol sevdalısı adamı, haftalardır, taraftarın önüne atarak yem yapmak istemelerinin başarısızlığı, bunları hiç mi etkilemiyor? Hiç mi, başlarını "Kuma gömme pozisyonuna" getirmiyor? Hiç mi vicdanları sızlamıyor? Aramızdaki bu sivri olma meraklıları, tribüne oynama yarışının önde koşanları, bir gün mutlaka yorulacaktır... Zannetmesinler ki, peşlerinden sürüklemek istedikleri genç nesil, onlar gibi düşünüyor... Hayır! Her ne kadar "Benim yetiştirdiğim, emek verdiğim, üstünde çok hakkım var" gibi "Damardan girmeleri" bile, bu genç nesli yolundan saptırmıyor... "Televizyon güllerinin", sütun sütun "sayfa gaspçılarının" artık ne dediği önemli değil... Çok yakında sözleri dinlenmeyen, borularının ötmediği bir âlemde kaybolup gidecekler... Tribün anarşisinin baş suçlusu olanlar, ne yazık ki bizim içimizde barındırdığımız bu "Sivri dilli" ve "Tribün ağızlı" yorumculardır... Onlar birbirine "Sütun savaşı" açıp "Al gülüm, ver gülüm" pası atan gündemdaşlardır... İki gün önce sarmaş dolaş olduklarını unutup, sonra iki düşman "Aşiret reisi" gibi, gazetelerinde, birbirlerine pusu kurmaları, sadece yüzeysel ve yapay bir durumdur... Vatandaşın peynine vitrinden baktığı günümüzde, birilerinin 40 çeşit peynirli kahvaltıları ballandıra ballandıra anlatması ile, kendilerine tahsis edilen sütunlarında reyting savaşı yapanların ahlâk dersi vermeleri, eşdeğerdir... En doğruyu, en güzeli, en mükemmeli "Ben biliyorum" diyen bu gibilerin suyunu ısıtmak boynumuzun borcu olsun... Her ne kadar, tribünler böylesine "Amigo" ve "Ortalık karıştırıcılardan" mahrum olacaksa da, yeni spor basını bunları asla arasında barındırmayacaktır... Onlar, istedikleri kadar, patronlara çalışanları şikayet etsin, ekmek paralarıyla oynasınlar... "Nanik yapma sırası" bir gün, mutlaka bize de gelecektir...