Hani görünen köy kılavuz istemez derler ya... 76. Oscar ödülleri öncesi, 11 dalda aday olan "Kralın Dönüşü" kimseyi yanıltmadı ve Oscar'ları toplayıverdi... Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin sonuncusu olan Kralın Dönüşü, 76. Oscar ödüllerini silip süpürürken, otoriteleri ve de sinemaseverleri yanıltmadı... Çünkü, harcanan emek, sunulan sanat ve çekilen eziyetler, bu ödül avcılığının hakedilme sebebiydi... Çünkü Peter Jackson gibi bir yönetmen, ekibine güveniyordu ve zaferden de adı gibi emindi... *** 100. yılda, her ne kadar birileri "Torpil geçildi" dese de, Beşiktaş'a şampiyonluk, anasının ak sütü kadar helâldi... Hırslıydılar, inançlıydılar ve de azimliydiler... Lucescu'nun ispat etmek istediği bir şeyler de vardı üstelik... Kariyerinin meyvalarını, en güzel günlerini geçirdiği G.Saray'dan sonra Beşiktaş gibi bir büyük takımda da toplama sevdasındaydı... Beşiktaş, 100. yılında, takım gibi takımdı... O günlerden, bu günün Beşiktaş'ına gelindiğinde ise tablo, Picasso fırçasından çıkmış gibi değil, ucuz sokak ressamlarının dakikalar içine sığdırdığı sıradan resimlere benziyordu... Ne olmuştu bir sezon önceki Beşiktaş'a, ne olmuştu da, bu kadar kılık değiştirmişti? Sebep, Beşiktaş'ın kendi kendisini yemesinde yatıyor... O; düne kadar anasına sövseniz, gıkını çıkartmayan Lucescu'nun, sinirlerinin tepesinde gezinmesi, herkese "Lâf yetiştireceğim" diye, üsûubunu değiştirmesi, futbolcusuyla disiplin bağını koparması getirmiştir Beşiktaş'ı bu hallere... Son İstanbulspor maçına bir bakınız... Bu Beşiktaş'ın kaptanı Yasin Sülün... Tribünlerin asla sevemediği, kanının bir türlü kaynamadığı, orta sahada oynayıp da forvet yerine, devamlı yan ve geriyle oynayıp kaçak güreşen Yasin Sülün... *** Bugünün Beşiktaş'ı, kim ne derse desin "Yıldız yoksunu!" Giunti'nin olmayışı ile, iki kolu kopuk özürlü vatandaşa dönen Beşiktaş. Ahmed Hassan gibi, daha geldiği ilk senede problem olmaya çalışan bir Mısırlı ile huzuru kaçan Beşiktaş... Hep bildiğini okuyan Pancu, Zago gibi dikbaşlılar ile, disiplinsizlikte tavan yapan Beşiktaş... Sol kanattta, mecburiyetten Şenol Güneş'in bile kollarını açtığı, iki yıl öncesinin, rot balans ayarı bozuk, freni tutmayan kamyonet misali, savruk İbrahim'e muhtaç Beşiktaş... Transfer mevsiminde, G.Saray'la neredeyse savaşa neden olacak bir çekişme sonu alınan Okan Koç gibi, sahada kuzudan farksız, etliye sütlüye pek karışmayan yaşı genç, içi geçmiş bir Ankara patentli futbolcuyla kafa yapısı uyuşmayan Beşiktaş... Yıllık, 1 trilyon 600 milyara, nazlana nazlana imza attıktan sonra, havalarda dolaşan Tümer'den, "Nasıl olsa beni gönderecekler" diye kendini yormayan Zago'dan, her maçta sağı ve solu değişime uğradığından Ronaldo'dan verim alamayan bir Beşiktaş... Ve de, F.Bahçe'ye gittiğinde "Ben doğma büyüme F.Bahçeli'yim" diyen, şimdilerde Kartal'ın gagası, pençesi, kanatı olan, "Hafta içi düz koşu, hafta sonu maç kadrosu" prensiplerinden vazgeçmeyen Sergen'in eline mâhkûm bir Beşiktaş... *** Bu tersliklere, en kritik maçlarında bile tribünleri doldurmayan vefasız seyircisi de eklenince, siz gelin "Beşiktaş bu hale nasıl düştü?" diye muhasebe yapın bakalım... "Olmayacak hacıyı, deve üstünde yılan sokarmış" ya... Bir zamanlar "Sahaların Efendisi'den" şimdiki "Sahaların kabadayısına" terfi eden (!) Beşiktaş'ta "Unlar elenmiş, elek duvara asılmış" sanki... Bunca olumsuzlukları tepe tepe yığmış bu Beşiktaş'tan mutluluk beklemenin, bugünün şartlarında, 90'lık nineden üçüz çocuk beklemekten farkı var mı? Kralın Dönüşü'nden, Kralın Çöküşü'ne... İşte Beşiktaş'ın hazin sonu...