Başarıyı yakalamış bir takımın başındaki insan, başarısız ilan edilebilir mi? Eğer bu Türkiye'de ise, evet... Adam harcamanın dayanılmaz hafifliğini hep üstümüzde hissetttiğimizden, işin en kolay yanı olan "Harcama dürtüsü" anında faaliyete geçer benliğimizde... Bir anda giyotinleşir, Elm Sokağının Kâbusu Fredy oluruz... Her birimiz birer Hannibal olur, çiğ çiğ et yeriz adeta... Çünkü biz, zorların kahramanlarına değil, kolayların kaçaklarına prim veririz hep... *** Futbol tarihimizde dünya üçüncülüğünü daha düne kadar kim hayl edebilirdi?.. Ama olduk... Üstelik Fransa gibi, Arjantin gibi dev takımların, daha ilk turda evlerine döndükleri bir dünya vitrininde, biz Brezilya'yı iki defa elimizden kaçırıp, üçüncülüğe razı olduk... Bu takımın başındaki hocayı, o gün de alkışlamadık, bugün de alkışlamıyoruz... Onu dün de beğenmedik, bugün de beğenmemek için, türlü bahaneler arıyoruz... Şenol Güneş; hakkında yazılanları toplasa, çocukları onun dünyanın en kötü babası olduğunu zannederek, insan içine çıkamaz adeta... Oysa o, bir dünya üçüncülüğünü Türkiye'ye getiren futbol ordusunun koca generali olduğunun mutluluğunu, ailesiyle bile paylaşamadan, sanki bir insanlık suçu işlemiş gibi, yıllardır hiç haketmediği muamele görüyor... Neymiş efendim, neden Türkiye'yi "Dünya Şampiyonu" yapamamış... İşte biz böyleyiz... Bir olmazı yakalamışken, en olmazı isteme krizimizin tuttuğu bir milletiz... *** Şenol Güneş gibi, Fatih Terim'i, Lucescu'yu harcamak için tüm girişimlerimizde başarılı sonuçlar elde ederek, ökse otuyla, nadide orkideleri bir tutup, aynı vazoya koyarken; insaf sınırlarımızı nedense hiç zorlamıyoruz... Sanki bu Türkiye'de her gün bir Fatih Terim, Şenol Güneş yetişiyor... Sanki bu ülkeye, her gün bir Lucescu geliyor... Hazımsızlığımızın pençesine, önümüzdeki günlerde Ziya Doğan, Giray Bulak, Ersun Yanal, Rıza Çalımbay da düşecektir... Nasıl ki, yıllardan beri, bir türlü başarılarına rağmen, inatla boyunlarına çelenk takamadığımız, Sakıp Özbek ve Hüseyin Kalpar'ı bir türlü içimize sindirememişsek, onlar gibi, değirmenimizde öğüteceğimiz bu vatanın evlatlarının sonu hiç gelmeyecektir... Profesyonel futbolculuğun adeta kitabını yazmış, G.Saray'ın kupa kaldırmaktan kolu yorulmuş kaptanı Bülent Korkmaz'ı, kaçımız aklımızdan geçiriyor... Oysa o Bülent Korkmaz'ın içi, futbol oynamak için fokur fokur kaynarken, kenara itilmişliğine uzaktan seyirci kalmamız, bizlerin vefasızlık girdabını mekan edinmemizdendir... Çünkü sevgi, bizim için bir göz kırpma kadar yakın, bir hapşırma kadar uzaktır... *** Yıllardan beri bir kuruş borç takmamak için, insani ve vatandaşlık görevlerini eksiksiz yerine getiren G.Birliği, G.Antep gibi Anadolu'nun iki örnek kulübünü, bu davranışları nedeniyle ödüllendirdik mi hiç? Ama UEFA kriterlerine "Uygunuz" diye müracaatta bulunan, borçlarının miktarı dolar bazında 100 milyonları bulan G.Saray ve F.Bahçe'nin dilekçelerine "Helâl olsun" derken de, hiç sorduk mu "Ne yüzle" diye? Hızır mı uğradı bu kulüplere, yoksa ünlü sihirbaz David Copperfield'in sihirli değneği mi değdi de, ayaklarındaki, boyunlarındaki borç prangaları kuş olup uçuverdi? Tabii yargılayamayız, tabii sorgulayamayız? Nasıl ki; "Ayda bir hastaya baktım" diye vergi beyanını buna göre düzenleyen doktorları ayıplayamamışsak, öylesine hissiz kaldık bu konuda da... Futbol Federasyonu eski yöneticisi Hadi Türkmen'in "Mafya futbolun içinde" açıklamasını, şike parasının bir başka ülkeye gönderilmesinin utancını hayretler içinde izlerken, kılımız bile kıpırdamadı... Sanki, Türkmen, sıradan bir lâf etti... İş olsun diye açıklama gereğini duydu... Kimse üstüne gidemedi, Türkmen konuştuğuyla kaldı yine... Tıpkı, İlyas Tüfekçi'nin televizyon ekranında, milyonların gözünün içine baka baka ihbar ettiği "Aziz Yıldırım beni ölümle tehdit ediyor" sözcüğünün, devletin yetkili mercileri ve savcılarının gözünden kaçması gibi, iyot gibi uçup gitti bu tüyler ürperten itiraflar... *** Çünkü biz, yapılan çirkinlik ve güzellikleri çok çabuk unutan bir milletiz... Apolet takarken, vicdanlarımızın sesiyle değil, kandırılmışlığın ve vaatlerin cazibesiyle hareket ettiğimizden vefanın ve vefasızlığın ince noktasını asla sıkı sıkı tutamayız... Tıpkı, bir zamanlar spor sayfalarının duayeni, hepimizin hocası Necmi Tanyolaç'a, Kahraman Bapçum'a yaptığımız vefasızlıklar gibi... Bu vefasızlıkların sonu, hiç gelmeyecektir... "Vardı yağım balım, gelirdi gardaşlarım; tükendi yağım balım, gelmiyor gardaşlarım!"