İnsan, duygusal bir canlıdır, sevdiklerini, sempati duyduklarını koruma ve kollama içgüdüsüne sahiptir!..
60 yıllık gazetecilik hayatım bana çok şey öğretti. Bunların içinde "önemliler" var, "sıradanlar" var, "Olmazsa olmazlar" var, "Olsa da olur, olmasa da olur" dediklerim var!..
İşte "bir tanesi" ve önemlisi: "Dostluk ve arkadaşlığın, gazetecinin kalemini etkilememesi!.."
Kim ne derse desin, "İnsan, duygusal bir canlıdır, sevdiklerini, sempati duyduklarını koruma ve kollama içgüdüsüne sahiptir!..""Gazeteci de insandır" ve elbette "bu içgüdü" onda da vardır!..
Ne var ki, "gazetecilikte tecrübe kazandıkça, dahası kalemini daha adil ve dürüst kullanma bilincini geliştirdikçe", daktilonun, pardon bilgisayarın başına geçiş, "Duyguları, tümüyle yok etmese de, büyük ölçüde zincirlemeye başlar!.."
Ama, evet bunun da "amaları" vardır; "duygularını zincirlemek istemeyenler için" yukarıda anlattığım tablo değişmez; "sevdikleri, bilinçli olarak korunur ve kollanır!.."
"Zincirlemek isteyenler" içinse, "bir başka husus" vardır, işte "o" husus da, "duyguların yeterince zincirlenmesini" engeller!..
Bu husus, gazetecinin "hemen her gün" yazı yazmak durumunda olduğu kişilerle olan yakın ilişkilerinin, "kalemin oynatılma ruhu ve şekli üzerinde yaptığı etkidir!.."
İnsan, "her gün karşılaştığı, selamlaştığı, oturup çay - kahve içtiği ve sohbet ettiği", dahası "dostu ve arkadaşı olan" kişilerle ilgili bir yazıyı yazarken, özellikle "konu eleştiri ise", elbette "istisnalardan değil, çoğunluktan" söz ediyorum; ister istemez, frene basarken, "bu ilişlilerinin sıfır olduğu kişiler" hakkındaki yazmak, konuşmak söz konusu olunca, "frenini sadece Türk Ceza Kanunu ve meslek ilkeleri ile sınırlar", o kadar; büyük haksızlık!..
Bütün bunları "neden" yazdım?..
Hani, zaman zaman yazılarımda "800 kilometreden, Urla'dan yazıyorum" ifadesini kullanıyorum ya, işte ondan!..
Ben, "her gün" hakkında yazı yazdığım ne futbolcuları, ne başkan ve yöneticileri, ne teknik adamları, ne de hakemleri görüyorum ve ne de onlarla sohbet ediyorum, çay-kahve içiyorum, şakalaşıyorum!..
Dahası da var; ne de "koruma ve kollamaların en çok yapıldığı" kulüp TV'lerinde ahkam kesiyorum!..
Onun için de, bazı meslektaşlarımızın, "hemen her gün gördüğü, sohbet ettiği, dost olduğu, sempati duyduğu bir yöneticiyi, bir başkanı, bir futbolcuyu, bir teknik adamı korumaya, kollamaya çalışırken" yaptığını yapmıyorum.
Bir "acı" örnek verirsem, "düşüncelerini görüşlerini, eleştirilerini anayasal ve mesleksel hakkını kullanarak" yazan, konuşan meslektaşlarıma "sırtlanlar" damgasını vurmuyorum!..
Onların "katılmadığım" görüşlerini eleştiririm, hem de çok ağır da eleştiririm, ama "Sırtlanlar???."
O meslektaşlarım hiç düşünmüyorlar ki, "görüşlerini eleştirdikleri" meslektaşlarına "sırtlan" demek, aslında "korumak istediklerine yapılacak en büyük hakarettir!.."
Evet, "hiç düşünmüyorlar ki, "Sırtlanlar leş yer", "bu ifadeyi kullanmak" ile, "korumaya, kollanmaya çalıştıkları" kişiyi "leş" yapıyorlar; söyler misiniz bana, "Sırtlan mı daha ağır hakarettir, leş mi?.."
Ne var ki, "Urla'da 800 kilometre uzakta" rahatım olmama ve vicdanımın da rahat olmasına rağmen, zaman zaman, yazdığım bir yazıyı günler sonra "yeniden" okuduğumda, "yüzlerce kilometrenin bile yetmediğini" hissediyorum.
Çünkü ve nihayet "Ben de bir robot değil, insanım"; samimiyetle itiraf etmeliyim ki, bütün "duyguyu zincirleme" hassasiyet ve gayretlerime rağmen, örnekleri az da olsa, yazılarımda "insan kimyasının, fiziksel mesafeyi zorladığını ve azalttığını" görüyor ve yaşıyorum!..
Anlamalıyız ki, "bu acı gerçek", bizleri "üslubumuza dikkat etmeye mecbur ve mahkum ediyor"; adaleti, "duygularımız" sebebi ile, "esasta sağlayamıyorsak" hiç olmazsa "şekilde sağlamalıyız"; işte bunu hepimiz yapabiliriz; "Sırtlanlar" demeyerek!..