Mehmed Akif​ ve Mandal Hoca!

Sesli Dinle
A -
A +
Geçen hafta, “bizden olanlar” veya “bizim adamlar” dediklerimizden yediğimiz darbelere değinmiştim. Zira onlara hep “bizim adam” hoşgörüsüyle yaklaşıyor ve hatalarını çoğu kez görmezden geliyor hatta savunuyorduk. Şayet zaman imkân verir de asıl yüzlerini gördüğümüzde çoğu kez iş işten geçmiş oluyordu.
 
Bunlardan biri olan Mehmed Akif’e takılanlar yine az olmadı. Çünkü konuşanlar onu medh ü senanın ötesinde anmadılar. Hata ve kusurlarını hiç görmediler.
 
Hatta önceki gün Ahmet Davutoğlu’nun bir videosuna rastladım. Kendisini Akif’in yerine koymuş gemi azıya almış gidiyordu. Akif haklı mı idi ki kendisi haklı olacaktı? “Stratejik Derinlik” kitabı yazmakla stratejist olmak çok farklı şeylerdir.
 
Bugün Akif’in üç şiiriyle nereden nereye savrulduğuna değineceğim. Akif’in çok sevdiği Oflu bir Mandal Hoca vardır. Akif, “millete onun imanı gibi sağlam iman gerektiğini, Şark’ta böyle beş on kişi olsa, dünyayı yine tir tir titretebileceklerini" söyler. Müderrisler artık onun gibi hak yoluna kellesinden geçebilecek mollalar yetiştirememektedirler. Müderrisin kelle vermek veya almakla ne işi olur Akif hiç düşünmez! Hatta şayet Mandal Hoca’nın ilmi de olsa dünyanın baştan başa tevhit ile dolacak yani İslâm dünyaya hâkim olacakmış. Akif’in burada da ilimsiz adamın, şeytanın maskarası olacağından haberi yoktur!
 
İşte Akif, bu Mandal Hoca’nın bir gün Yıldız Camii'ne gidişini ve orada yaşadıklarını kendince şöyle anlatır:
 
Çoktan beridir vardı benim bir derdim:
Gideyim, zâlimi îkâz edeyim, isterdim.
O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mâni’ ne?
Giderim ben, diyerek, vardım onun Câmi’ine.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid.
Belki kırk elli bin askerle sarılmış
Yıldız;O silâhşorlar; o fesli herifler sayısız.
Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı:
Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı!
Hele tebzîri aşan masrafı, dersen, sorma
Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma
Dedim ki: “Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?
Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek.
Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören; ne eden;
Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.
Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;
Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın.
Değil mi korkudasın var kabâhatin mutlak!..”
Bir de baktım, canavarlar pusulardan çıkarak,
Koştular, tekmeye kuvvet kimi, dipçikle kimi,
Serdiler her tarafından delinen pöstekimi.
-Sonra?..
-Ben hissimi kaybetmişim artık...
-Vah! Vah!
-Sanki bir korkulu rü’yâ idi... Ferdâsı sabah,
Deniz üstünde bulup kendimi şaştım bu işe,
Dedim ki: “Anlatırım ben, Hamid öbür gelişe.
Adam aldıkça Lâzistan kıyısından takalar,
Kurtuluş yok, seni Mandal yine bir gün yakalar!”
 
İşte Akif’in anlatımıyla II. Abdülhamid Han zalimdir! Cuma Selamlığında üç bini geçmeyen askerî birlik 40-50 bin kişilik bir orduya çıkmıştır. Cami’nin bizimi sizini mi olur? Cami Allah’ın evidir. Camide kafes ardında hanımlar gibi saklıymış Hamid? Kin ve nefret gözleri gönülleri körleştiriyor. Bu Mandal Hoca ve Akif’in Hünkâr Mahfilinden hiç mi haberleri yoktu acaba? O zaman Yıldırım Bayezid’den II. Abdülhamid Han’a kadar bütün padişahların hanımlar gibi korkak olması lazımdı... Şiirin hangi cümlesine baksan ayrı bir fecaat!

Mezarından kalk baba!

Mandal Hoca ve Akif gibiler, gece gündüz gitsin diyerek çalıştıkları Yüce Sultan, tahtından alaşağı edilip Selanik’e sürgün edilirken sevinç gözyaşları döküyorlar ve bu meş’um olayı bayram gibi kutluyorlardı. Oysa iki sene sonra yaşananlar bakın Akif’e bu defa hangi sözleri söyletecekti:
 
Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk
Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!
Diriler koşmadı imdâdına, sen bâri yetiş...
Arnavutluk yanıyor... Hem bu sefer pek müdhiş!
Tek kıvılcım kabarıp öyle cehennem kustu
Ki hemen kol kol olup sardı bütün bir yurdu.
O ne yangın ki: Ocak kalmadı söndürmediği!
O ne tûfan ki: Yakıp yıktı bütün vâdîyi!
Yoklasan külleri, altından, emînim, ancak
Kömür olmuş iki üç parça kemiktir çıkacak!
Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti...
Öyle bir gitti ki hem: Bir daha gelmez ebedî!
Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba?
“Meşhed”in beynine haç saplanacak mıydı baba!
Bâri bir hâtıra kalsaydı şu toprakta diri...
Yer yarılmış, yere geçmiş, şühedâ türbeleri!
 
Akif gibi olduğunu gururla haykıran Ahmet Davutoğlu’nun onun bu gözyaşlarından haberi oldu mu acaba? Yanındakilere baksın ve derin derin düşünsün. Akif ve çevresini de mezhepsizler dinsizler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar ve bilumum Batılılar sarmıştı. Abdülhamid Han gidinceye kadar kardeş gibi idiler. Sonrasında "mezarından kalk baba" diye ağıtlar yaktırdılar. Artık zihin dünyaları altüst olmuştu. Kendi yaptıklarını bir türlü göremediklerinden sonunda -hâşâ- Cenâb-ı Hakkı suçlamaya kadar vardılar.İşte Akif’in tarihe geçen talihsiz ibareleri:

          Akif’in feryadı
Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
“Yandık!” diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrândır, İlâhî, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede ma’nâ?
Zâlimleri adlin, hani, öldürmedi hâlâ!
Cânî geziyor dipdiri... Can vermede ma’sûm
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Eyvâh! Beş on kâfirin îmânına kandık;
Bir uykuya daldık ki: Cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhî yakacaktın...
Yaksaydın a mel’unları... Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefîl elleri âyâtını sildi:
Binlerle cevâmi’ yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki ma’bed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar;
Bir giryede bin âilenin mâtemi çağlar!
İslâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhî?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!
 
Ah Akif ah o güruh yalnızca üç beş beyinsiz veya beş on sersem değildi! Sadece Arnavutluk’tan binlerce kişi yollara dökülmüştü. Bulgar Sandanski’yi dahi alkışlar hâlde idiniz. Senin Mandal Hocan ve Afgani üstadın, Yahudi Emanuel Karasu ve Ermeni Aram Efendi'nin oyunlarını İngiliz ve Fransızların entrikalarını süzmekten dahi acizdi. Halifeye duyduğunuz kin ve nefret bütün idrakinizi alıp götürmüştü.
 
Ey millet gelin bugün uyanalım. Aynı oyun ikinci kez vizyonda ve bazılarının gözü, kulağı ve idraki yine kapalı!

TEFEKKÜR
Hâşâ zulmetmez kuluna HudasıHerkesin çektiği kendi işinin cezası
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.