Sözleri merdane şiirleri âşıkane idi!

Sesli Dinle
A -
A +
3 Mayıs 2023 tarihi yüce hakan cihangir padişah Fatih Sultan Mehmed Han’ın şehadetinin 542. yıl dönümü idi. Doğuya doğru sefere çıkıp Gebze’de Hünkâr Çayırı mevkiinde vefat ettiğinde (3 Mayıs 1481) henüz 49 yaşında bulunuyordu.
Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihangirlerle doludur. Fâtih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yan yana yürütmüş, çağ açıp çağ kapatmıştır. İstanbul’u bütün ganimetleri içinde fîrûze bir yüzük taşı gibi parmağında taşımış, bu güzel şehri torunlarının torunlarına bırakmıştır.
 
O, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş, hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştir. Tetkik edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryalaşan bu büyük cihangirin, sayısız vasıflarından biri de aynı zamanda kuvvetli bir şair oluşudur.
 
Şiirde mahlası "Avnî" idi. Ancak bir padişah, böyle bir mahlas kullanabilirdi. Zira "yardım eden, arka çıkan, imdada yetişen..." gibi ihtiva ettiği manalar düşünülürse bu mahlasın gereğini yerine getirmek oldukça zor olsa gerektir.
 
Aruzu, usta şairlerden farksız bir hâkimiyetle kullanmış, şiirlerinde ince hissiyat ve düşüncelerini dile getirmiştir. Sehi Bey, Fatih için; “Pek çok şiirleri vardır. Sözleri merdane, şiirleri âşıkane, nazmı benzersizdir”, demektedir. Şiirlerindeki ifadeleri açık ve üslubu akıcıdır. Aruzu ustaca kullanan Fatih’in şiirlerinin ekserisi gazel tarzındadır.
 
Fatih’in şiirleri bir divan teşkil edecek sayıya varıyordu. Şiirlerinde sağlam bir İslam itikadı sezilmektedir. Kur’ân, hadis, fıkıh gibi ilimlerdeki vukufunu şiirlerine yansıtmıştır. Şiirlerinde zaman zaman tasavvufun esasları görülür. Zikrettiği beşerî güzeller, bazen Cemal-i Mutlak’a uzanan bir çizgide görüntü verirler.
 
Nihad Sami Banarlı Bey divan şiirini anlatırken; “Bunun için yaratılışın izninden başka üstün bir kültüre sahip olmak gerekir. Türk, Arap, Acem edebiyatlarını, İslam ilimlerini, İslam tefekkürünü, tasavvufu, Şark-İslam mitolojisini bilmek; Aruz ve kafiye ilimlerini öğrenerek fesahat ve belagatin inceliklerine vâkıf olmak lazımdır. Bunlardan başka astronomiden tıp bilgisine, matematikten kimyaya kadar fen bilgilerini, şiiri onlarla besleyecek ve şiirde onların akislerini fark edecek kadar kavramış olmak lüzumu vardır” demektedir.
 
Görüldüğü gibi bütün bu ilimleri kullanarak yazılan şiirleri anlamak için aynı ilimlerden az da olsa nasipdar olmak lazımdır. Divan edebiyatının kaynaklarını dahi bilmeyen ilimden nasipsiz kişiler bu şiirlerin zahiri manalarına bakarak Fatih hakkında yalan yanlış yorumlar yapabilmektedirler.
Nitekim Fatih’in çok arzuladığı bir "sevgiliye" hitap ederek yazdığı şu beyitleri;
 
Alnın kamerine yüzün ayına müşabih
Bunca göz ile görmedi bu çarh-ı mualla
 
“Yaratılalı şunca zaman olan bu yüksek gök kubbe altında, gelip geçen bunca göz sahibi insanlar, senin kamer alnına ve ay yüzüne benzeyen birini daha görmediler”, derken o, Peygamber Efendimizi methetmektedir.
 
Fatih gök kubbede ancak bir tane ay olması gibi sevgilinin de dünyada bir tane olduğunu ifade ediyor. Beyitte gök kubbedeki yıldızlar birer göz olarak düşünülüp karanlık gecede her birisinin ay ile varlık kazandıkları ima ediliyor ki bu manzara cahiliye devrinde hazreti Peygamberin zuhuru ve O’nunla yeni bir varlık kazanan Eshab-ı kiram mazmununu hatırlatır. Nitekim Hazret-i Peygamber bir hadislerinde “Eshabım gökteki yıldızlar gibidir” buyurmaktadır.
 
Ardından da (Ya Resulallah) Şu gök kubbe senin hasretini çektiğim gam bezminde, içtiğim acı kadehin içinde yalnızca bir su kabarcığından ibarettir, manasına şu beyti söylemektedir. 
 
Şol cam ki nûş eylemişem bezm-i gamında
Bir sade hababıdır anın künbed-i hadra
 

Kime yâr olam?

Fatih Sultan Mehmed şiirlerinde söylemek istediklerini fazla muğlak bir hâle getirmeden açık ve saydam ifadelerle dile getirir. İster aşkı, ister tasavvufu ve dinî temayülleri terennüm etsin hemen her mısraı edebî anlayışından kaynaklanan yalın ifadesi ile kuvvet bulur. Edebî sanatları da zaman zaman kullanmakla birlikte bunu bir gaye edinmemiştir. Sanat endişesiyle şiir söylememiş bu da ifadelerine ayrı bir cazibe ve halavet kazandırmıştır.
 
Bir gazelinde dünyaya gelişten maksadını anlatırken söz söylemekten muradının ne olduğunu da çok güzel bir ifadeyle sunmaktadır.
 
Bağda gül-ruhlarındır verd-i hamrâdan murâd
Kâmetindir râsti serv-i dil-ârâdan murâd
 
Aşk derdidir cihanda âşıka maksûd olan
Vasl-ı dilberdir hemîn bu dâr-ı dünyâdan murâd
 
Dûd-ı ahımdır felekde ebr-i bârândan garaz
Eşk-i çeşmimdir eşiğinde süreyyâdan murâd
 
Çün ecel sulh ettirir ahir nizâ'ı kaldırır
Pes nedir dünya için bu kuru gavgadan murâd
 
Beyti bozarsın rakibi anma şi'rinde sakın
Avnî dilber vasfıdır şi'r ü inşâdan murâd
 
Açıklama: (Doğrusu gül bahçelerindeki kırmızı güllerden maksat, senin gül yanakların; gönül süsleyen serviden murad da senin endamındır. 
 
Cihanda âşığın tek arzusu senin aşkının derdidir. Nitekim bu dünya evinden murad da sevgiliye kavuşmak değil midir?
Göklerdeki yağmur bulutlarının sebebi benim ateşli ahlarımın dumanıdır. Ülker yıldızından murad ise eşiğinde döktüğüm gözyaşlarımdır.
 
Mademki ecel gelince, herkesi sulh ettirip (musallada helalleştirip) aradaki çekişmeye son verdirir. O hâlde dünya için bu kuru kavga da ne oluyor.
 
Ey Avnî! Herkes bilir ki şiir ve düzyazıdan maksat, sevgilinin özelliklerini sayıp dökmektir. O hâlde sakın şiirde rakibin adını anma ki sonra beyti bozarsın...)
 
Âşık Çelebi, Fatih’in şairliğini överken, pek çok beytinin muasırları tarafından ezbere bilindiğini belirterek şu beyti misal olarak gösterir.
 
Sakiya mey ver ki bir dem lale-zâr elden gider
Erişir fasl-ı hazan bağ u bahar elden gider
 
Fatih’in bu beytindeki "saki" ve "mey" kelimeleri divan edebiyatının manaları cihetinden incelenirse, mürşidinden ilahi aşka dair marifetler sunmasını istediği, nasıl sonbahar gelip baharın güzellikleri uçup giderse ölümün de lezzetlere son vereceği vurgulanmaktadır.
 
Fatih Sultan Mehmed, şiirlerinde özellikle "kulluk devleti" üzerinde durmakta ve Cenab-ı Hak’tan bu devletin kendisinden alınmaması için âdeta yalvarmaktadır. O her zaman ilahi aşkın cezbesine kapılmış Rabbi ile huzur bulmayı arzulayan bir âşık gibidir.
 
Zülfünün zencirine kul eyledin şâhım beni
Kulluğundan kılmasın azad Allah’ım beni
 
Şu beytinde de; bütün cihan mülkünün tacı ve tahtına hükmetme şansını verip başına da Avnî’yi sultan etseler; yine de senin mahalleni bırakıp gitmez (Senin aşkını dünya sultanlığına değişmez) demektedir.
 
Verseler mülk-i cihanın tâc u tahtı devletin
Avnî kûyun terkin etmez başına sultan olup
 
Nihayet büyük cihangirin Rabbine olan mutlak bağlılığını ifade ettiği mısraları:
 
Kime yâr olam cihân içinde yârim var iken
Kime kul olam o şah-ı tâc-dârım var iken
 
Bu büyük cihangiri vefatının 542. yılında rahmetle yâd ediyor, şahsiyetinin, yüce davasının ve yüksek ideallerinin genç nesillerce hakkıyla bilinmesini diliyorum.
 
 
TEFEKKÜR
 
Adaletiyle İslam’a canlılık getirdi
Artıra hazret-i Hak ona rahmetini
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.