Tuzaklar ve Türkiye!

A -
A +

Son zamanlarda kiminle oturup konuşsak muhatap olduğumuz ilk soru şu: Dünya ve Türkiye olarak nereye gidiyoruz hocam? Gerçekten de bu sualin cevabını vermek kolay değil.

 

Evet şurası bir gerçek ki, dünya yeni bir yapılanmanın eşiğinde. Şu an olup bitenler bu tünelin içinde gerçekleşiyor. Ne kadar sürer, yolda neler olur bunları kestirmek zor. Zaten bugün bunlara değinmeyeceğim. Daha ziyade bölgemizi bekleyen gelişmeleri tahmin etmeye çalışacağım.

 

Her şey 35 sene önce Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başladı. Amerika böyle bir harekete fazlaca ses çıkarmayacağını ima ederek Saddam’ı cesaretlendirmişti. O da bu oltaya gelip işgali gerçekleştirmişti. Baba Bush bir Hollywood aktörünü aratmayacak şekilde rol yapmış ve hedefi tuzağa çekmişti. Neden böyle yapmıştı?

 

Çünkü vaktiyle İran’a karşı beslenip büyütülen Saddam artık kontrolden çıkmıştı. İsrail aleyhine hatta bütün Batı aleyhine sözler söylüyor, fiillerde bulunuyordu. Kendi adamlarının bu denli farklı bir noktaya gitmesi garbı telaşlandırmıştı. Irak’ın tehlike olmaktan çıkacak kadar küçültülmesi gerekiyordu. Bu yapıldığında kendilerine her daim köle olan Kürtlere de bir parça verilecekti. Yeni devletin hâkim unsuru ise Şia olacaktı.

 

Zira Sünni yapı tam manasıyla kontrol ediliyor da olsa her an raydan çıkabilirdi. Başka bir ifade ile Batı köle dahi olsa Sünnilerden korkuyordu. Zira tarih ehl-i sünnet Müslümanlarla aralarında geçen nice kanlı savaşa şahitlik etmişti. Buna karşılık ne bu savaşlar esnasında ne de sair zamanlarda Şiilerin Batılılar aleyhine adım attıkları görülmüştü.

 

İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra dediklerini yaptılar. Aslında ilkinde de ciddi adımlar atmışlardı. Kuzey Irak’ı bölen bir hat tayin etmişler ve Irak birliklerinin o hattın kuzeyine çıkmasına müsaade etmemişlerdi. Amerikan ve İngiliz hava kuvvetleri bunu sağlamıştı. Üstelik müdahaleyi Türkiye’deki üslerden yapmışlardı.

 

Operation Provide Comfort yani Huzuru Temin Harekâtı ismini verdikleri bu operasyonla kuzeydeki Kürt devletinin temellerini atmış oluyorlardı. Bunlar olurken Türkiye meseleyi maalesef kavrayamamış, bir takım yanlış hesaplara girmişti. Hakikati haykıranlar her defasında susturulmuş veya itibarsızlaştırılmış, bu suretle memleketimizin uyanması engellenmişti.

 

Türkiye’de 2002’ye kadar yamalı bohça şeklinde devam eden siyasi yapı bütün bunların gerçekleştirilmesi için biçilmiş kaftandı. Aradaki bir senelik Refahyol hükûmeti direnmeye çalışsa da derhâl ufalanmıştı. İlk yıllarda AK Parti de bu gidişata dur diyemedi. Bunda içindeki FETÖ unsurlarının büyük tesiri vardı. Bunlar öyle üç beş kişiden ibaret değillerdi. Parti içerisinde çok büyük bir ağırlığa sahiptiler.

 

Tayyip Bey yeterince güçlenip onlara karşı tedbir almayı düşündüğünde Gezi filmini piyasaya sürdüler. Onunla muvaffak olamayınca kanlı darbe geldi. Mücadele 2025 itibarıyla hâlâ devam ediyor. Karşı tarafın galip gelme ihtimalini düşünmek bile istemiyoruz zira bu durumda bizi Suriye’den beter ederler. Ne yapıp edip bu mücadeleden galip ayrılmak zorundayız.

 

Saddam’ı tehlike görüp Irak’ı üç parçaya bölenler, bunca işten sonra bize hadi yolunuza devam edin demezler. Kürtlerle ayrı, Alevilerle ayrı, Caferilerle ayrı, laiklerle ayrı, muhafazakârlarla ayrı bölerler. Bilemeyeceğimiz, tahmin edemeyeceğimiz kadar ufalarlar. Hiç şüpheniz olmasın bunlar için en iyi Türk ölü Türk’tür.

 

 

Unutmadık, unutmayız!

 

 

Elbette bunları bir anda yapamazlar. Bizi de Irak gibi tuzağa çekmek isteyeceklerdir. Aslında bu teşebbüsleri hiç bitmedi. Hep vardı hâlen de var. Bazen ekonomi yoluyla, bazen siyaset yoluyla, bazen terör yoluyla memleketimizi belanın içine çekmeye çalışıyorlar. Bunları veya bunlara mümasil planları aynı anda devreye de sokabilirler. Hiç beklenmedik planlar da yapabilirler. Nitekim tarihimiz bunun misalleriyle dolu.

 

Tanzimat’ta oynadıkları oyun gözümüzün önünde, Islahat’ta oynadıkları oyun gözümüzün önünde, Meşrutiyet’te oynadıkları oyun gözümüzün önünde ve nihayet cumhuriyette oynadıkları oyun gözümüzün önünde… Mustafa Reşid Paşa’yı unutmadık, Fuad ve Âlî paşaları unutmadık, Hüseyin Avni Paşa’yı unutmadık, Midhat Paşa’yı unutmadık…

 

1774’te dünya liderliğini İngiltere’ye devredip bir anda dördüncü sıraya inmiştik. Fransa ikinci, Rusya üçüncüydü. Üçü ve bu sıralamaya giremeyen diğerleri az veya çok aleyhimizeydi. Ne var ki ilk ikisi diğerlerinden ayrılıyordu. Bu küfür ve fitne ocakları hedeflerine varmak için adım adım ilerliyordu. Devlet adamlarını devşirip mason yapıyor, onlar eliyle memleketi tarumar ediyordu. Onların yetmediği yerde şimaldeki ahmak düşmanımız Rus devreye giriyordu.

 

Bir doğuya bir batıya bir kuzeye bir güneye derken bitap düşüyorduk. Eski gücümüzde olsaydık hiçbir sıkıntı çıkarmayacak konular artık ciddi mesele teşkil ediyordu. Böyle böyle yirminci asra geldik ve henüz ne olup bittiğini anlayamamıştık ki zincire vurulduğumuzu fark ettik. Ardından narkoz verdiler. Maksat hissettirmeden öldürmekti. Ölmedik fakat ölmekten beter olduk. Aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ uyanabilmiş değiliz. Nasıl bir muameleye tabi tutulduğumuzu varın hesap edin.

 

Bugünlerde de farklı şeyler oluyor. Devlet Bahçeli’nin on ay kadar önce verdiği hareketle başlayan Hükûmet-Dem yakınlaşması bugün çok enteresan bir noktaya geldi. Takip eden zaman diliminde Bahçeli vetireyi yönetmeye devam etti. Yaşadığı ciddi sağlık problemlerine rağmen elini bir an olsun çekmedi.

 

En son cumhurbaşkanlığı konusunda Türkiye’yi dalgalandıran bir teklifi oldu. Bahçeli yaptığı yazılı açıklamada “Türkiye'mizi yoran, yıpratan, enerjisini çalan, fahiş mahiyetli sosyal ve ekonomik maliyetlere neden olan etnik ve mezhep temelli dayatmalara karşı Terörsüz Türkiye'nin adım adım ilerlediği bir dönemde, iki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiştir” diyordu.

 

 

Yeni açılımın sebebi ne?

 

 

Nice kişiyi endişeye sevk eden bu kanaatler ve adımlar yaklaşmakta olan tehlikeye karşı derin devletin aldığı tedbirler gibi duruyor. Yaklaşmakta olan tehlike de herkesin bildiği III. Dünya Savaşı meselesi.

 

Savaş lobisinin dünyayı kana bulamak gibi bir düşüncesi var. İş nükleer boyuta yükselirse “kana bulamak” tabiri hafif kalır, “buharlaştırmak” ifadesini kullanmak icap eder. Evet yaşamakta olduğumuz günler böyle bir tehdidin had safhada olduğu bir dönem. Su, alabildiğine bulanık. Böyle bir vaziyette bin kere dikkatli olmak lazım. Dünyayı yeniden bölüşmeye yeltenecek taraflar her oyunu deneyecektir. Batı’nın bu konuda lebalep dolu bir hafızası var. Türkiye işte bu yüzden içte tam bir birlik kurmak istiyor. Amerika’nın, İngiltere’nin veya başka bir gücün içerideki Kürtleri, Alevileri kullanmasını istemiyor. Büyük mücadele öncesi dahilde tam kenetlenmeyi hedefliyor.

 

Tabii yukarıdaki tehlikenin sunî olup olmadığını iyi anlamak lazım. Zira Batılılar hedef ülkelere istedikleri adımları attırmak için böyle oyunlar kurarlar. Eğer bütün bunlar bir oyundan ibaretse atılacak adımlar boşa çıkmakla kalmayıp tamamen aleyhimize döner.

 

Burada sorulacak soru şu: Yarın Lazlar, Çerkezler, Zazalar da aynısını isterse ne olacak? Gayrimüslimler biz niye yokuz derse ne yapacağız?

 

Nitekim on dokuzuncu asırda bunun çok acı misallerini gördük. Tanzimat’ta tüpünden çıkan macunları bir daha asla yerine sokamadık. Hatta Islahat’ta, Meşrutiyet’te iyice sıvadık. Düvel-i muazzamanın telkinleriyle attığımız adımlar devletin asli unsurunu küstürdü. Kazanmaya çalıştıklarımız ise hiçbir zaman bize yâr olmadı.

 

Onlar devleti kurtarmayı değil ele geçirmeyi hedefledi. Bunlara Alparslan Türkeş’in ifadesi ile komitacı olan İttihatçıların ihanetleri eklenince koca devlet buharlaştı. İşte bütün bu vetireyi başlatan adım 1839’daki Tanzimat idi.

 

Şu hâlde bin kere düşünüp karar verilmesi gereken mevzularda alelacele adımlar atılmamalı. Beş yıl sonrasını değil, elli yıl, yüz yıl sonrasını düşünmelidir. Öyle ki, adımlarımız Müslüman Türk milletine yeni hayal kırıklıkları yaşatmasın.

 

Türkler bin yıldır bir arada yaşama tecrübesini göstermiş bir millettir. Yine gösterir.

 

 

TEFEKKÜR

Turfe dükkân-ı hikemdir bu kühen tâk-ı felek

 

Ne ararsan bulunur derde devâdan gayri

 

Koca Râgıb Paşa

 

(Acayip bir hikmetler dükkânıdır bu köhne dünya,

 

Ne ararsan bulunur, derde devadan başka.)

 

 

 

Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Can25 Temmuz 2025 08:05

Hocam teşekkürler. Yine bulanık mevzuları aydınlattınız