Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Özetle
Kaydet
Köşe Yazıları 2 saat önce
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün önemi, 1923-1938 yılları arasındaki ekonomik başarıları ve bireysel girişimi esas alıp stratejik alanlarda devletin rolünü vurgulayan "ılımlı devletçilik" ilkesiyle açıklanarak, bu prensiplerden uzaklaşmanın ülke ekonomisine olumsuz etkileri ortaya konulmuştur.
  • Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'de her yıl 10 Kasım'da saygıyla anılan ve TIME dergisince "VİZYON" olarak tanımlanan, uluslararası alanda da tanınan önemli bir liderdir.
  • Atatürk döneminde (1923-1938), 46 fabrika kurulmuş, binlerce kilometre yol yapılmış, %5-7 ortalama büyüme, tek haneli enflasyon, bütçe ve dış ticaret fazlası gibi büyük ekonomik başarılar elde edilmiştir.
  • İzmir İktisat Kongresi'nde açıklanan "ılımlı devletçilik" ilkesi, bireysel çaba ve faaliyetleri esas alırken, yüksek milli menfaatler ve eksik kalan alanlarda devletin fiilen işin içine katılmasını öngörmüş, kolektivizmden ayrılmıştır.
  • Bu ekonomik anlayış, devletin bireyin yerini almaması, ancak bireyin gelişimi için gerekli genel şartları sağlaması, tekelleri önlemesi ve milli servetin adil dağıtımını gözetmesi gerektiğini vurgular.
  • Metin, Türkiye'nin mevcut ekonomik sorunlarının, Atatürk'ün milletin refahını, güvenini ve umudunu merkeze alan bu temel ilkelerinden uzaklaşmaktan kaynaklandığını iddia etmektedir.
a- | +A

Yabancıların ve genç neslin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün neden bu kadar önemli kabul edildiğini anlamakta zaman zaman zorlandığını görüyoruz. Hatırlatalım, Atatürk, TIME dergisinin kapağında iki kez yer almış ve kendisine tek kelimeyle "VİZYON" diyerek övgüde bulunulmuştu. Herkese nasip olan bir övgü değil bu.

Her yıl, 10 Kasım saat 09.05'te Türkiye’de hayat duruyor. Okullar, iş yerleri ve spor tesislerinde; herkes saygı duruşunda bulunuyor. Sürücüleri araçlarını güvenle kenara çekip, dışarı çıkıp saygıyla hazırola geçiyor. Uçaklar piste bekliyor, hareket etmiyor. Birçok yabancı misafir bunu şaşkınlıkla izliyor. Bu 87 yıldır devam eden geleneğin nedenini, ekonomik perspektiften anlatmaya çalışacağım.

Yabancı dostlarımız sıkça soruyor: “Yüzyılın başında gerçekleşen Türk harikası nasıl başarıldı?” Elbette ki, onların sordukları, dünyada emperyalizme karşı kazanılmış tek askerîzafer değil. Açıklamaya başladığımızda, bu durum öncelikle Yunanlı, İngiliz, Fransız dostlarımızı ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan dört yıl sonra tanımış ABD’yi derinden üzebilir. Bu, kabul etmekte zorlanılan bir yenilgi.

Dolayısıyla kadınlara seçme ve seçilme hakkı vererek birçok Batı ülkesinden önce demokratik hakları sağlayan Türkiye Cumhuriyeti’nin, büyük ekonomik devrimler gerçekleştirdiğini vurgulamak önemli.

1923’ten Atatürk’ün vefat ettiği 1938’e kadar geçen süreçte, 46 fabrika kurulmuş, binlerce kilometrelik otoyol ve demir yolu inşa edilmiş, ortalama büyüme oranı %5-7 arasında tutulmuş; enflasyon tek haneye inmiş; bütçe ve dış ticaret fazlası sağlanmış ve sağlam bir bankacılık ile finans piyasası kurulmuş. Aynı zamanda, bu dönemde eğitimin ücretsiz olduğunu ve pek çok başarılı öğrencinin yüksek öğrenim için yurt dışına gönderildiğini hatırlatmak isterim. Açıkça, Atatürk’ün kıyafet devriminden alfabe değişimine kadar yaptığı büyük değişikliklerin ardında, Cumhuriyet kurulmadan önce başlayan planlama çalışmalarının yattığını görmek mümkün. Savaş devam ederken yaptığı Eğitim Şûrası, her zaman minnetle anılır.

Cumhuriyet kurulmadan ve Lozan Antlaşması imzalanmadan önce de Atatürk, İzmir’de bir İktisat Kongresi düzenlemişti. Herkes merak içindeydi, özellikle yabancılar. Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyetler’den silah yardımı aldığı gerekçesiyle, yeni Türkiye Devleti’nin kolektivist bir ekonomi anlayışını benimseyeceği düşünülüyordu. Bu arada, savaş sırasında Müslüman gruplardan maddi destek aldığı için, ülkenin dindar bir yapıyla yönetileceğine inananlar da az değildi. Ancak, Atatürk kürsüye çıktı ve kimsenin beklemediği bir konuşma yaptı. Bu konuşmanın bir bölümünü sizinle paylaşınca, çağının çok ötesinde bir vizyona şahitlik edeceğinizi düşünüyorum. Tam 102 yıl önce söylemiş olduğu, demokrasinin sadece ve sadece özgür iradeyle güçlenebileceği mesajını taşıyan Atatürk’ün sözleriyle sizi baş başa bırakıyorum:

"...Şahsi menfaatler toplumun menfaatiyle genellikle zıt durur. Ayrıca, şahsi menfaatler nihayetinde rekabete dayanır. Ancak, ekonomik düzen yalnızca bu mekanizmayla kurulamaz. Bu yanılgıyı sürdürenler, âdeta bir serap tarafından kandırılmış gibidirler. Bireyler ve şirketler, devlet kurumlarına kıyasla zayıftırlar. Serbest rekabetin toplum açısından da dezavantajları vardır; örneğin, zayıf olanı güçlü ile karşı karşıya getirmek gibi. Nihayetinde, bireyler bazı büyük ortak menfaatleri tatmin edemezler. Bu nedenle, esasen devletin belli ekonomik alanlarda kontrol sahibi olmasını kabul etmek mümkündür; tıpkı siyasi ve ideolojik konularda olduğu gibi. En önemli soru şudur: Faaliyet alanlarını devlet ile birey arasında nasıl ayırmalıyız? Bu konuda devletin sınırlarını belirlemek ve dayanacağı esasları ortaya koymak, yetkililerin düşünmesi ve karar vermesi gereken meselelerdir.

Esasen, devlet, bireyin yerini almamalıdır. Ancak, bireyin gelişimi için gerekli olan genel şartları dikkate almalıdır. Ayrıca, bireysel faaliyetler, ekonomik kalkınmanın esas kaynaklarından biri olmalı ve kalmalıdır. Bireylerin gelişimine engel olunmaması, devletin özgürlük ve girişimcilik alanında herhangi bir engel çıkarmaması (özellikle ekonomik alanda) demokrasi prensibinin temelidir.

O hâlde, devlet faaliyetlerinin sınırı, bireysel gelişmenin engellendiği noktadır. Genellikle, devlet, belirli zaman ve mekân şartlarını gösteren kalıcı özel nitelik taşıyan ekonomik işleri üstlenebilir. Örneğin, büyük ve düzenli yönetim gerektiren veya özel kişilerde tekel riski taşıyan işler, veya toplumsal ihtiyaçlara cevap veren işler, devletin üstlenebileceği işlerdir. Doğal kaynakların (madenler, ormanlar), altyapı projelerinin (kanallar, demir yolları), para basan bankaların millîleştirilmesi ve yerel yönetimlerin su, gaz, elektrik işleriyle ilgilenmesi gibi örnekler, yukarıda bahsettiğimiz devlet öncülüğündeki girişimlerdir.

Bu bakış açısıyla, devletçilik özellikle sosyal, ahlaki ve millîbir anlayıştır. Millîservetin adil dağılımı ve çalışanların refah seviyesi yüksek tutulmalı, bu da ulusal birliği korumanın temel şartıdır. Bu gereklilikleri sürekli hatırlamak ve millîbirliği temsil eden devletin görevi olmak zorundadır.

İçinde bulunduğumuz ortamda, her türlü tekelin artması dikkate alınırsa, devletin bireysel girişim için vazgeçilmez olması gerektiği önemlidir. Devlet ve birey, karşıt değil, tamamlayıcı unsurlardır.

Bizim tercihimizi oluşturan, ılımlı devletçilik prensibi, toplumun tüm üretim ve dağıtım araçlarını bireylerden alıp, onları başka esaslar dahilinde yeniden düzenlemeyi hedefleyen, özel girişim ve şahsi ekonomik teşebbüsü engellemeyen bir sistemdir. Bu sistem, sosyalist temelli kolektivizm ya da komünizm gibi değildir.

Özetle, bizim devletçilik anlayışımız, bireysel çaba ve faaliyetleri esas alır; ülkeyi en kısa sürede refaha kavuşturmak ve kalkındırmak amacıyla, özellikle ekonomik alanda yüksek millîmenfaatler söz konusu olduğunda, devleti fiilen işin içine katmayı temel ilke olarak benimser..."

İşte böyle... Yukarıda bahsedilen ilkelerden uzaklaşıldığı zaman, Türkiye'nin ekonomisi sorun yaşamaya başlar. Her zaman böyle olmuştur. Bu yüzden, sorunların kaynağını başka yerlerde aramanın gerekmediğine inanıyorum. Türkiye'nin yüksek enflasyon ve faiz oranlarının nedenlerini teknik detaylarda değil, unutulan ilkelere bağlıyoruz. Atatürk'ün defalarca vurguladığı gibi, devleti yönetenler hiçbir zaman milletin refahından daha önemli buldukları bir hedef seçip koyamazlar. Görev, milletin zenginliğini artıracak sonuçlar ortaya çıkarmaktır. Görev, güvenilir, dürüst ve kurallara sadık bireylerin faaliyetlerini desteklemek, rantiye kesimine yardım etmek yerine, vatanını, milletini ve bayrağını yüceltmeye çalışanlara destek olmaktır.

Tüm bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki: Hiçbir ekonomik program veya plan, vatandaşların refahını, umudunu kıracak, güvenini azaltacak şekilde tasarlanamaz. Bu tür bir hedef olmasa bile, eğer uygulanan sonuçlar böyle olursa, derhâl değişiklik yapılması gerekir. Sadece Türkiye için değil, hangi ülke olursa olsun, ekonomik sorunlarla başa çıkarken bu temel prensiplerle yola çıkmak en doğru yaklaşımdır.

Prof. Dr. Emre Alkin'in önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR