Türk adı ve bozkır kültürü

Sesli Dinle
A -
A +

Kültigin Anıtının taşa kazındığı târihin üzerinden 1290 sene geçti. Aslında bu çok önemli bir dil ve edebiyat olayıdır. Kavimler henüz barbar savaşlarla uğraşıp kültür ve edebiyat meşgalesi bilmezken, 7. asırdan îtibâren taşlara kazınmış bir nevi vakâyi’nâme, milletiyle yüzleşme, hesap verme ve yüksek düşünce pasajlarının yer aldığı Yenisey ve bilhâssa Göktürk Âbideleri dil ve anlatım yönüyle çok dikkat çeken bir târih-dil-kültür hârikasıdır.  Milletimizin övünç kaynağı bu kazılı-yazılı taşlar bir kısım tahribâta uğramış olsalar bile, bugün Türk adını ilk dillendiren, tevâzu’ ve asâletin en büyük vesîkalarıdır.

Milletlerin târihinde henüz açıklığa kavuşamamış o kadar çok şey var ki… Çakılı medeniyetlerin târihi daha sâbit ve netken, göçebe kültürlerinin tevattun etmeleri (sâbit yurt edinmeleri) dolayısıyla da medeniyete dönüşmeleri zamanla da tam barışık olmadığından, bu konuların tesbîti ilmî engellerle doludur. Kavimlerin gerek asliyetleri ve genleri, gerekse akrabâlıkları çoğu zaman tartışmalara açık olmuştur. Burada tabîî ki geniş coğrafyalara yayılan dil akrabâlıkları konumuz dışındadır. Meselâ Ural-Altay dilleri grubu gibi...

Türk adı ve bozkır kültürü

"Türk" adının Göktürk alfabesiyle yazılışı

Orta Asya’nın bozkır ve ormanlarında (orman çok önemli, ileride açılanacak) geçen ve muhtemelen sâbit bir yurt hasreti çekip Çin gibi yerleşik ve ticâret yapan bir devlet olmayı özlemedi mi Gök Türkler? Elbette özledi. Muhtemelen savaşı bir mecburiyet ve yerleşik düzen tercihi olarak gören Asya Türklüğü zâten Orhun Âbideleri’nde bunu gösteriyor:

Ötüken’de oturup kervan kâfile göndersen ilde (yurt) sıkıntı olmaz. Ötüken’de otursan ebedî yurt tutacaksın” K.G, 8 s 8 (Bugünkü Türkçeye aktarılmış.)

Türk Kağanı Ötüken’de otursa ülkede sıkıntı olmaz.”

“İl tutup oturulacak yer Ötüken’miş. B.K, s.47 (Bugünkü Türkçeye aktarılmış)

Burada bir konuya açıklık getirmek lâzım. Sâbit yurdu olan milletler harp etmezler tezi doğru değildir. Meselâ Gazneliler, Mâverâünnehir, Afganistan, Hindistan’ın kuzeyi ve Horasan’da hüküm sürmüş bir Türk Devletidir (998-1030). Büyük Selçuklu Devleti, 1037-1137 yıllarında yaşayan ve başkentleri, Nişâbur, Rey, İsfahan ve Rey olan Türk devletidir.

Timur Devleti, 936-1186 yılları arasında Türkçesi Küregen, tarihe geçtiği adı Temûrîlar, Farsça Gürkânî, başkenti Semerkand olan Türk devletidir.

Anadolu Selçuklu Devleti, Rum Selçuklu veyâ Türk Selçuklu diye bilinen 1075-1308 târihleri arasında yaşayan ve ilk başkentleri İznik olan Türk devletidir.

Osmanlı Devleti, 1299-1922 yılları arasında yaşayan büyük Türk devleti. İlk başkenti Söğüt, ikinci başkent İznik, üçüncü başkent Bilecik, dördüncü başkent Bursa ve Edirne ve son olarak da İstanbul olan devlet. Bu devletler sâbit-mekân olmasına rağmen savaştılar.

İSTÎLÂ MI FETİH Mİ?

Oğuz Kağan’la başlayan Türk Cihan hâkimiyeti mefkûresi, Gaznelilerde, Büyük Selçuklu’da, Timur Devleti’nde, Anadolu Selçuklularında ve Osmanlı Devleti’nde cihâd rûhu ve i’lâ-yı kelimetullâh  (İslâmiyet’i yayma) ile bambaşka bir muhtevâ kazanmıştır. Buna imparatorluk istilâsı demek doğru değildir. Türk devletleri adâlet, hak ve hukûka son derece riâyetkâr olmuşlardır. Berâber yaşadıkları toplulukların din ve dillerine müdâhale etmemişlerdir.

Evet, dünyâ atımızın nalları altında ezildi; devletler kurup devletler yıktık ama Türkistan’da, Horasan’da, Îrân’da ve Anadolu’da devletler kurup başkent (han kenti, pâyitaht, âsitâne)  belirlenene kadar kültürümüzü medeniyetle birleştiremedik. 10. asırla birlikte hem devlet düzeni, hem de ilmî araştırmalar hep sahrâdan beldeye (bozkırdan şehirlere) geçmekle başladı. Burada Türklerin Müslümân olmaları en ateşleyici unsur olmuştur. Zîrâ İslâmiyet Medîne-i fâzıla ile şehirleşmeyi yerleşik düzenin ve üstün medeniyetin değişmez unsuru olarak görmüştür. Yüce Peygamberimiz dar bölge ve köyleri değil büyük şehirleri merkezîleşme olarak tercih etmiştir.

TÜRK COĞRAFYASI NERESİDİR?

Türk adı Orhun Âbideleri’nde geçtikten sonra kavim adı bazında herhangi bir şüphe kalmamıştır; kaldı ki bu devletin adı bile Kök Türk Devleti’dir. Burada Türk kelimesi ırkî bir sembol mü, âriyet mi, sıfat mıdır? Bu konularda çeşitli rivâyetler olmakla birlikte hâkim kanâat bu bir ırk, soy veyâ kavim adıdır.

“8. asırda Ermeni müverrih (târihçi) Musa Harinaki’nin ‘Turkastank’ olarak zikrettiği veyâ Yunanlıların ‘Skythia’ olarak gösterdiği sâhanın İdil Irmağı ve Tanrı Dağları’nın doğu kısmında, Seyhun ve Ceyhun’un aşağı mecrâsında kalan Horasan bölgesini kapsamaktadır. Türkistan’ın en eski coğrafyası hakkında Ahmed Zekî Velîdî Togan ana kaynaklara dayanarak önemli şehirler ve bu şehirlerin ahâlîsi üzerinden Türklerin meskûn oldukları şehirleri ve sınırları tesbît etmiştir. Buna göre en eski Türkistan, güneyde Kunlun, Hindikuş, Firuzkuh, Barabamis, Hezar Mescid, Allâhüekber, Küpet Dağı, Kürgan Irmağı, batıda Hazar Denizi, Bukey Çölü ve Yayık (Ural) Irmağı; Ural Dağlarının güneyinden Aral ve İrtiş havâlîsine, Altay ve Tanrı Dağları ile Karanlık Dağ hudutlarını kapsayan yaklaşık altı milyon kilometrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Pamir Dağları’ndan Hazar Denizi’ne kadar olan sâha Batı Türkistan olarak adlandırılmaktadır. Doğu Türkistan ise kuzeyde Kurum ve Karakurum Dağları, Batısında Pamirler ile çevrili olup, güneyinde Tibet Plâtosu ile Nepal ve Hindistan bulunmaktadır.” (Editör Kürşat Yıldırım ve Altı Yazarlı Genel Türk Tarihi El Kitabı s.21-22, Bilgeoğuz Yay. İst.2022)

Türkler bu coğrafyalarda mecbûrî sosyal te’sirler muvâcehesinde  (etkenler gereğince) yurt tutmuşlardır. Bozkırın çetin şartlarında at kullanmak ve koyun yetiştirmek gibi elzem olan malzemeyi kademeli zamanlarla kullanmayı öğrenmiş, kilometrelerce mesâfeyi katedip Avrupa içlerine kadar akınlar yapmışlardır. Çok zaman arkalarını dağlara verip ırmak boylarında yerleşmişler, ormanları avlak yapıp bu güvenli bölgelerde yurt tutmuşlardır. Nitekim ormanı avlak, nehir ve ırmakları hayat kaynağı, dağları ve koruganları saldırılardan korunmak ve baskın yememek için kullanmışlardır. Av hem harp tatbîkâtı hem de yemek için çok önemliydi. Nitekim Kitâbeler’de bu konu şöyle geçer: “Geyik ve tavşan yiyerek otururduk. Milletin boğazı toktu.” (T. 1.Taş g.c,1)

Ayrıca Türklere muhtelif zamanlarda değişik boyların katılması, Şamanizm’in temel din inanç başta olmak üzere, değişik din ve inanışlara sâhip olması ve genelde Batılı araştırmacıların taraflı tutumları yüzünden doğru olmayan bilgilere yer verilmesi bu konuda sıkıntılara yol açmıştır.

Türklere âit eski bilgiler Çin, Bizans, Îran ve Arap kaynaklarından alınmıştır. Bu kaynaklarda tabîî ki hilâf-ı hakîkat  (gerçeğe aykırı) bilgiler de vardır. Müslüman olmadan evvel de Türkler barbar ve zâlim değildi. Toplu katliâm Türklerin sisteminde zâten yoktu. Zâlim Cengiz ve Hülâgu’yu Türk gösterip onların olumsuzluklarını ve insanlık dışı zulümlerini bizim boynumuza yıkmak, târihî gerçeklerle hiç bağdaşmaz.

Târihte bilgi kirliliği ile insanlığa dâimâ medeniyet dışı bir varlık olarak gösterilen atalarımız, aslında savaşları bile isteyerek değil mecburiyetlerden yapmışlardır. Adâlet ve toplum refâhını birinci öncelik olarak gören eski Türkler, cihân hâkimiyeti ile bunları sağlamak isterken, Müslüman olarak büyük eksiklerini tamamlayıp cihangirlik misyonunu İslâmiyet’i, dolaylı olarak da insâniyeti yaymak için cihâd şeklinde göstermişlerdir. Haçlıların geçtikleri coğrafyalar insan cesetleri, harâbe şehirler ve yanmış ibâdethâne ve kütüphanelerle bir hayâletler barınağı gibiyken, atalarımızın, geçtiği topraklarda köprüler, câmi ve mescidler, hamamlar, şifâhâneler, kervansaraylar yükselmiş ve âdetâ “işte insanlık budur” mesajı verilmiştir

Umûmî Türk Târîhi Enstitüsü 1950’de Zeki Velîdî Togan tarafından kuruluncaya kadar çeşitli ırkların Türklerle iltisâkı  (bağlantı, ilişki) dil akrabâlıkları yanında ırkî bağlantıların temel kabûl edilmesi, bu enstitü ile büyük ölçüde açıklığa kavuşmuştur.

Her ne kadar Türkler coğrâfî olarak bozkır ile özdeşleştirilmiş olsalar da, büyük bir kısmı orman kuşağı içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Târih kaynaklarında Dingling, Dubo, Sir, Tarduş, Basmıl, Ju, Boma gibi adları zikredilen Türk boylarının esâsen Güney Sibirya, Altay-Soyon Dağları, Yenisey Irmağı’nın kaynakları, Baykal Gölü’nün güneyi ve doğusu doğu ve kuzey doğu Sibirya havalisine yayıldıkları anlaşılmaktadır. Çoğunlukla 7. ve 9. asırlara âit Çin metinlerindeki tasvirlere göre bu Türk boyları bozkırlarda değil, esâsen ormanlarda yaşamaktadır. Sevgi-Yılmaz-Tecimen ve Okan’ın yaptıkları bir araştırmaya göre Türklerin yaşadıkları yerlerdeki ekolojik alanın %33,13’ü kuzey ormanları ve Tayga; %11,53’ü ılıman geniş yapraklı ve karışık ormanlarla kaplıdır. Dolayısıyla Türk coğrafyasında ekolojik bölgelerin %45’inin ormanlık olduğu anlaşılmaktadır.

Türklerin önce de belirttiğimiz gibi Türkistan sınırları içinde bulunan bozkır, dağ, orman sâhalarını yurt tuttukları ifâde edilmişti. Bu geniş coğrafyanın büyük bir kısmı kumluk ve çöllük alanlardır. Hazar ve Ceyhun arasındaki Kara Kurum, Ceyhun ve Seyhun arasındaki Kızıl Kum, Tanrı Dağları eteklerinde bulunmaktadır. Bu çöllerin etrâfında da Türk şehirleri vardır. Hoten, Yarkent ve Kâşgâr şehirleri Taklamakan Çölü’nün kuzeyinde yer alırken Hazar, Seyhun ve Ceyhun etrâfındaki çöllük arâzlerin civârında Fergânâ vâdîsi, Taşkend, Semerkand ve Buhârâ’da verimli vâhalar bulunmaktadır. (Age Genel Türk Târihi s.23-24)

Ayrıca Türklerin büyük çöllerin etrâfında kurduğu büyük önemli yerleşim merkezleri Yarkend, Hoten, Fergana vs. gibi şehirler hem tabîî bir savunma  (tampon bölgesi) hem de kervan yolları üzerindeki dinlenme noktalarıdır. Kervan geçiş noktaları bu hatlar üzerinde olunca, ticâret de en önemli kan damarını yakalamış oluyordu.

Türk adı ve bozkır kültürüOrhun Kitabeleri

Türklerin tabîatle iç içeliği Oğuz Kağan’dan beri devâm eder. Meselâ oğullarını adları Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han’dır. Bu adların önemli mesajlara işâret ettiği açıktır. Gök (kök) Türklerde mühim bir motiftir. Çünkü Kök Tengri en kutsal sayılan kavramdır. Ay, yıldız, gün (güneş) de tabîatin önemli parçalarıdır. Yıldız motifi eski Türk motiflerinden olup İslâmiyet’ten sonra da hilâlle birleşerek değerini korumuştur. Güneş bir erlik sembolüdür. Dağ her zaman gücün ve kudretin timsâlidir.  Türkler kağan ve tigin mezarlarını eşik denen bir beze sarar ve dağ mezarlarına defnederlerdi. Oğuz Han’ın bir oğluna Deniz Han adını koyması en ilgi çekenidir. Diğer tabiat unsurlarını her gün gören Türkler denizi görmeselerdi bu adı koymazlardı. Denizi belki bilirlerdi veyâ hiç görmemiş de olabilirlerdi. Fakat Oğuz Kağan Destânı’nda Oğuz Ata oğullarına emir niteliğinde şu tavsiyelerde bulunur: “Takı taluy takı müren” Yâni daha çok deniz daha çok ırmak. Burada “daha çok” ifadesi, var olan bir şeyin fazlasını istemektir. Daha çok deniz, deniz olan bölgelerin daha da fazlasını fethedin demektir. Zâten cihan hâkimiyetinde belli denizlerin de olması gerekmektedir.

Orhun Kitâbeleri’nde geçen dağ, ırmak, yer, ova, vâdî, çöl, göl ve kavim adları şunlardır:

Dağ adları: Altı Dağı (Altay Dağı) Ek Dağı, Kingan Dağı, Kögmen Dağı, Sayan Dağı, Tönles Dağı.

Irmak adları: Anı Suyu, İrtiş, Yenisey Nehri, Kök Öng Nehri, Selenge Nehri, Yeşil Nehir, Sarı Nehir, İnci Nehri.

Yer adları: Tokuz ErsinAgu, Ak Termil, Amga Korgan, Balık, Beş Balık, Bolçu, Bökli, Cogay, Çuş, Ek, Ersin, Ertiş, Iduk Baş, Kadız,  Kara kum, Kargan, Kecin,  Kem, Kengerli, Kengü Tarman, Kögmen, Kök Öng, Kum, Kara Kum, Kaşalguk, Şantung, Tabar, Tarduş (Gök Türk Devleti’nin batı kısmı),  Temir Kapıg (Demir Kapı) Tinsi Oglı, Togla, Tüpüt (Tibet) Yargun.

Kavim adları: Altı Çub Sogdak, Altı Sir, Apar (Avar), Az, Basmıl, Bayırku, Berçik (Persli, Îranlı), Çub, Altı Çub, Altı Çub Sogdak, Ediz, İzgil, Karluk, Kırgız, Kıtany (Kıtay ), Kök Türk, Oğuz, On Ok, Otuz Tatar, Purum (Doğu Roma, Bizans), Sir, Sogdak (Sogd) Tabgaç (Çinli), Tangut, Tardu, Tarduş, Tatabı, Tatar, Otuz Tatar, Tokuz Tatar, Tezik (Tacik veyâ Arap) Tokar (Tohar), Tokuz Oguz, Toygun, Türgiş, Üç Kurıkan, Üç Oğuz, Uygur, Yir Bayırku.

Ova adı: Şantug, Tögültün,

Vâdî  adı: Kargan Vâdîsi                                                                        Çöl adı. Bökli Çölü

Orman adı: Songa Ormanı, Ötüken Ormanı

Göl adları: Türgi Yarman Gölü, Kara Göl (Age, Orhun Âbideleri s. 102-142)

TÜRK ADI VE KANTURA OĞULLARI

Çin kaynaklarında “tujue” diye zikredilen Türk adının esâsen en erken 420 yılına âit bir Pers metninde geçtiği belirtilmektedir. Türk kelimesi Kitâbeler’de Türk veyâ Türük olarak geçer. Kitâbelerde kullanılan bir ünlü ve bir ünsüzden meydana gelen “ük” hecesi de vardır. Ayrıca sadece “k” harfi de vardır.

Araplar bu kelimeyi çokluk olarak kullanıp ona “Etrâk” (terk edilmiş) demişler, Îranlılar ise Türkân şeklinde yine çokluk olarak kullanmışlardır. Ruslar “Tork”, Çinliler “Tu jue” (Miğfer) demişlerdir.

Dîvânü Lugâti’t-Türk’te Türk kelimesi “olgunlaşma çağı” şeklinde verilmiştir. Yine bâzı kaynaklarda cezbetmek ve deniz kıyısında oturan adam anlamında da kullanılmıştır.

Orta Çağ Lâtin ülkelerinde Türk adı “Turquia” ve “Turchia” olarak geçer.

Orta Çağ İngilizcesinde ilk defa “Turkye”, “Torke”  ardından da “Turkie” ve “Turky” olarak geçer. (Age, Türk Târihi El Kitabı, s. 27-28)

Ayrıca doğruluğu tam netleşmemekle birlikte önemli sikâtlardan (kaynak ve güvenilir kişiler) alınan bilgilerde Türkler için Kantura, Kantura Oğulları ve Türk adı da geçmektedir.

İmâm Süyûtî’nin, bir yazma nüshası Bâyezîd Kütüphânesi’nde 110 numarada mukayyed (kayıtlı) “El -Câmiü’l-kebîr”inde Hazret-i Muâviye’den nakledilen hadîs-i şerîfte hicrî 4. asır muhaddislerinden Taberânî’nin Mu’cemü’l-kebîr ve Mucemü’l-evsât isimlerindeki eserlerinde “Türkler size ilişmedikçe sizler de onlarla mütâreke hâlinde bulunun” şeklinde geçmektedir. (İsmail Hami Danişment Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu Burak Yay.1994, s, 182 İst.)

Kısacası Türk târihi hâlâ çok derin incelemelere muhtaçtır…

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.