Her husûsta âdil olmak ve adâletten ayrılmamak düstûruna sâhip olan bir insan ve cemiyette, egoizm kendiliğinden yok edilmiş olur.
İslâm dîninde, insan, insanın yapısı, ihtiyaçlarının temîni, arzû ve isteklerinin tatmîni, beşerî münâsebetlerin ve cemiyet hayâtının organizasyonu konusunda bildirilenler, dînin temel hükümlerinden olan emirler ve yasaklar, egoizme fırsat vermeyecek bir mükemmellik gösterir.
Bu bildirilenler, medenî bir hayât yaşamak için birbirlerine muhtâç olarak ve çeşitli ihtiyâçlar içinde yaratılmış olan insanı, kendi hakkına râzı ve diğer insanların haklarına saygılı olmaya sevk eder. Böylece her husûsta âdil olmak ve adâletten ayrılmamak düstûruna sâhip olan bir insan ve cemiyette, egoizm kendiliğinden yok edilmiş olur.
Vakıf yapma duygusuyla, egoizm (bencillik) birbirlerine zıttırlar. Çünkü Psikoanaliz teorisine göre “ben” veya Lâtince “ego”, zihnin dış dünyâ ile temâsta bulunan kısmı olup, her şeyi kendine mal eden, yalnız kendi çıkar ve menfaatini gözetip düşünen kimseler için kullanılır. Günümüzde buna, “kendini düşünme” olarak mânâ verilmektedir.
Egoizm, her dînde ve inanç sisteminde kötülenmiştir. Bilhâssa İslâm dîninde, egoizm üzerinde çok durulmuş ve insanlar, egoist olmamaları için îkâz edilmişlerdir.
İslâmiyette, îmân edilmesi lâzım gelen altı esâstan beşincisi olan, insanın ölümü ile başlayıp, Kıyâmetin kopması, ölülerin tekrâr diriltilmesi, Mahşer’de hesâba çekilerek işlerine ve ibâdetlerine göre Cennet’e veya Cehennem’e gönderilmesi ile devâm eden ebedî (sonsuz) hayât yanî Âhiret düşüncesi, öteki dünyâ endişesi de, insanları hayır işlemeye yöneltmektedir.
Kur’ân-ı kerîmde mevcut bulunan bütün âyet-i kerîmeler ile İslâmiyet, insanlara dünyâ ve Âhiret nizâmı olarak bildirilmiş, geçmiş ümmetlerden ve gelecekteki olacaklardan çeşitli bilgiler ve misâller verilerek bütün insanlardan, dünyâ hayâtlarında, İslâmiyete tâbi olmaları istenmiştir. Peygamber Efendimiz, “İnsan ölünce, kıyâmeti kopmuş olur” buyurmaktadır.
Peygamber Efendimizin son haclarında, Arafât'ta 124.000 kadar Sahâbîye hitâben buyurdukları sözler, “Vedâ Hutbesi” ismiyle meşhûr olmuştur.
Bu hutbe ile İslâmiyet topluca ve öz şekliyle insanlara son bir kere daha teblîğ edilmiş ve ona uymaları istenmiştir. Böylece İslâmiyetin gelmesiyle, bütün dinler yürürlükten kalkmış, Kıyâmete kadar gelecek insanlara, Allahü teâlânın yanında makbûl olan yegâne dînin İslâmiyet olduğu bildirilmiştir (Âl-i Imrân, 19, 85; Mâide, 3).
Yirmiüç sene gibi kısa bir zamanda, Arabistân halkını dünyâda bir benzeri görülmemiş üstünlüklere, yüksekliklere ve medeniyete kavuşturan İslâmiyet, otuz sene gibi çok kısa bir zamanda da Mezopotamya, Îrân ve Hindistân içlerine, Anadolu’ya, Mısır ve Kuzey Afrika’ya, Kıbrıs’a kadar yayılarak büyük İslâm devletleri kurulmuştur.
Daha sonraki asırlarda Afrika içlerine, İspanya’ya, Avrupa içlerine götürülen İslâm dîni ve medeniyeti, gittiği her yerde insanlara adâlet ve emniyet, huzûr ve saâdet dağıttığı gibi, ilmin ve tekniğin en son mahsûllerini de bol bol saçmıştır.
Cenâb-ı Hak meâlen; “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun karşılığını görür, kim zerre kadar kötülük yapmışsa, onun da karşılığını görür” (Zilzâl sûresi, 3) buyurmaktadır.
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı'nın önceki yazıları...