Çöplerde eşelenen tavuklar, ark boyunca sıralanmış kalın gövdeli asırlık söğüt, kavak ağaçları, kızgın güneş, sert ayazlar altında çatlamış tahta kapılar, kendi kendine akıp duran mahalledeki çermik, kapıların önünde uzun süre kullanılmadığı için paslanmış ‘cilga’ denilen pulluk, tığ makinası, gem, tapan, öküz arabaları, çeşitli ziraat araçları-gereçleri, kendilerini meraklı gözlerle, hürmetkâr utangaçlıkla seyreden mahallenin yalın ayak, başı kabak çocukları… Fuat Beylerin kapı önüne geldiğinde yeni yaptırdığı cami-i şerife baktı. Akşekerli taşlarından yapılmış cami-i şerif, pek ihtişamlı görünüyordu. Aklına ne geldiyse,
- Hadi Hayriye Hanım, caminin içini de bir gör. Çok hoş oldu elhamdülillah. Evladiyelik bir eser!
- Maşallah! Bu hizmetler sana yeter!
- Sizlerin de çok desteği oldu. Sabırla bana katlandınız. O köy senin bu köy benim demedim, dolaştım para topladım. Öyle seferberlik ilan etmeseydik, bitiremezdik.
- Tamamlandı ya sen ona bak.
- Elhamdülillah! Bir iki çatlak sesi saymazsak köylüler de inandı, tam destek verdi. Bu güzel insanların hakkını da yemeyelim.
- Bir elin nesi var, iki elin sesi…
- Aynen!..
Lütfü Hoca, hanımefendisiyle yeni yaptırdığı cami-i şerife çıkıp sobayı doldurdu, kirli fanusları sildi, bir iki kitap aldı, saatine baktı. “Akşam oldu hanım. Sen fevkaneye çık. Namazı da kılalım öyle gideriz. Hem oradan daha bir hoş görünüyor…” dedi, namazı kılıp cemaatin dağılmasından sonra da çıktılar. Kara Ahmedlerin kapı önünden, kirveleri Seyfullah Dayıların pencereye el sallayarak geçip giderlerken, Topçuların İsmail ağanın evlerinin önündeki taşlarda oturan Nurettin Dayıya, Hakkı Ağaya selam vererek geçtiler. İmamevinin bulunduğu yerden semaya bakarken tepeciklerin üzerinde birikmiş sislerin bulutlara kadar yükseldiğini rahat görebiliyordu Lütfü Hoca. Tepe ve vâdilerdeki sisli hava, toprağın nefes almasıydı. “Rabbimin kuvvet ve kudreti…” dedi.
Ona göre burada her şey bol gıda, rahat nefes alıyor olmalıydı. Ağaçlar, otlar, böcekler, gökyüzünde yeryüzünde ne varsa… Onun için de bütün canlı mahlûkat memnun görünüyordu… Niçin olmasındı ki? Temiz hava, bol su, cömert toprak ganiydi. Her yaratılmışın yaratılışında bir hikmet saklıydı da insanoğlunda onu görecek göz, duyacak kulak yoktu. “Tabii ki seçilmişler hariç… Kesintisiz bu mis gibi havayı ciğerlerini şişirecek şekilde içine çekti. “Çok şükür! Elhamdülillah… Her şey ondan! Allahü teâlânın müsaadesiyle…” dedi, hanelerinden içeri girdiler. Başını birden, tezeklik olarak kullandığı tarafa kırdı. Dolunayın damdaki bacadan sızan solgun gümüş huzmelerinin parlattığı yerde katlanmış bir kâğıt gördü. “Mübarek isimler yazılı olabilir, çiğnenmesin...” diye düşünerek eğilip aldı, açtı. İlk satırdaki “Hoca! Hoca yanlış yapıyorsun!” ifadesini okuyunca gözlerine inanamadı! Kısa tehdit dolu cümlelerle doluydu kâğıt! DEVAMI YARIN