Birilerinin dedikodu etmesinden çekindim...

Sesli Dinle
A -
A +

Daha bir iki gün önce, fotoğrafçı Neşet arkadaşın söyledikleri aklıma geldi. “Yeni gelen sarışın sana tutkun!” O zaman arkadaşımı “git başımdan be!” diye terslemiştim. Şimdi bir tuhaf oldum. Gayet zarif, uzun boylu, düz sarı saçlı, beyaz tenli manken tipli güzelce bir kızcağızdı bu arkadaşımız. Sınıfta tek başıma böyle bir kızla olmaktan mı ne heyecanlandım, biraz da korktum. Birilerinin görüp dedikodu etmesinden çekindim. Hemen çıkıp gitmeyi de beceremedim. Kafam, aklım fikrim; Neşet’in söyledikleriyle birlikte içeri girende, gözlerim pencerede, hâlimi bozmadan etrafı seyretmeye devam etsem de ara sıra kaçamak bakışlarla kızın ne yaptığını da takip ediyordum.

 

Bu sınıf arkadaşım, aynı zamanda bir asker kızıydı. Şen şakrak ilkbahara, cıvıl cıvıl hayata dargınmış gibi elindeki kitaba dalmış, ışıl ışıl gözlerini tek bir noktaya dikmiş, görünüşte okuyor, hakikatte ise farklı bir şey düşünüyor gibiydi.

 

Rahat görünmek için pencereyi açtım. Çiçek, toprak, kır kokuları getiren hafif bir mayıs rüzgârı yüzümü yalayarak tebeşir kokan sınıfı dolduruverdi. Epey zaman geçmesine rağmen ikimiz de susuyor, öyle herkes kendi âleminde duruyorduk.

 

Bu sene 23 Nisan ve 19 Mayıs merasimlerinde bayrağı ben, flamayı da o taşımıştı. Otuz dört kişilik sınıfımızda topu topu üç kız vardı. Erkekler kızlarla konuşmak için türlü bahaneler uydurmaya çalışırken ben, tabiatım gereği hiç alakadar olmuyordum. Hem zaten utangaç da sayılırdım. Hele kızlara karşı elimde olmadan mesafe koyuyor, her yönüyle imtina ediyordum.

 

Bu sınıf arkadaşımızla törenlerde mecburi hâl hatır sormaların dışında başka bir yakınlığımız da olmamıştı. Hattâ birçok arkadaşın;

 

“Senin yerinde ben olacağım ki oğlum neler yapardım neler...” dediğine bir mânâ veremez, işime bakardım.

 

Şimdi içime kurt düşmüştü. Çeşitli sorulardan kurtulamıyordum bir türlü:

 

“Sınıfta yalnız olduğumu nereden, nasıl duymuştu?”

 

“Neden gelmiş ve niçin hâlâ içerideydi?”

 

Düşündüm, kitap okunacak vakit de değildi. İmtihanlarımızın çoğu tamamlanmıştı.

 

“Bunda bir şey vardı ama ne?” diyerek biraz daha oyalandım. Dışarı çıkmak için bir bahane de bulamıyordum.

 

Kitabın sarı sayfalarından bazen uyanır gibi ayrılan gözlerini ara sıra, görünüşte pencere tarafına, aslındaysa bana çevirip sonra tekrar önüne dönüyordu... Daha fazla sabredemedi, birden beyaz parlak dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi. Dolgun ve düzgün ak elini başına götürdü. Sarı saçlarını okşar gibi düzeltti. Tekrar okunacak bir yer arıyormuş gibi sayfaları ileri-geri çevirdi. Yine kaldığı yere döndü. Galiba bir şey diyecekti ama cesareti yoktu. DEVAMI YARIN

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.