"Çocuk aklımla eski günlerimi, düşünüyor, hamd ediyordum"

A -
A +

Günler, haftalar rüzgâr gibi gelip geçti. On altı yaşında, dinç, güçlü-kuvvetli, sırım gibi biri olarak görüyordum kendimi… Narman’daki mektep hayatım bir zindan gibiydiyse de burası tam tersi çok lüks geliyordu bana ve benim gibilere. Sanki o kadar sene, iki paslı zincirle iki ayağımdan buz gibi soğuk mahzenin karanlık bir köşesine bağlanmış, sonra da hürriyetine kavuşmuş biri gibi hissediyordum...

 

Çocuk denecek yaşta yalnız başıma yaşadığım uzun kışlar üşütmüyor, şiddetli rüzgâr esmiyor ve amansız fırtınalar kopmuyordu. Sıra bendeydi. İçinde bulunduğum nimetin kadir kıymetini bilmeli, nankör olmamalıydım. Bu ani değişiklikler çalışma, muvaffak olma azmi ve gayretimi daha bir kuvvetlendirmişti.

 

Ninemin sık sık “Sen neticeye bak oğul, neticeye...” dediği bu muydu acaba?

 

Çocuk aklımla eski günlerimi, bir de yeni durumu düşünüyor, Allahü teâlâya hamd ediyordum. Çünkü artık yattığım yerde kovada su donmuyor, buz kesilmiş ekmek peynir yemiyor ve sel sularında boğulma tehlikesi ile karşılaşmıyordum.

 

“Bu iyi imkânlarda, bu güzel şartlarda okuyamazsam yazıklar olsun bana!” diyor, derslerimi en mükemmel şekilde yapmaktan maada başka bir şey düşünmüyordum. Ha bir de nineme verdiğim o büyük sözümü hiç unutmuyordum:

 

“Ne pahasına olursa olsun evladım...” Onun ifadesiyle; “Allahü teâlâ muhafaza buyursun, bir elin kanda bile olsa, alnına kurşun sıksalar dahi namazını aksatma! Söz mü, tamam mı Gerdanlı oğlum? Namazını kıl ve de korkma…”

 

Boyumun ve boynumun uzunca olmasından dolayı böyle bir lakap takmıştı muhterem ninem. Severken; “Gerdanlı oğlum” demesi benim de hoşuma gidiyordu.

 

Sözümde durdum, namazımı hiç ama hiç aksatmadım. İbadet edenlere iyi bakılmadığını çok çabuk sezmiştim. Kimseye görünmeden gizli abdest alıyor, mümkün olduğu kadar insanlardan uzak, kuytu köşelerde namazımı kılıyor, sonra hep ders çalışıyordum. Maksadım; annemi-babamı ve canım ninemi sevindirebilecek haberlerle gidebilmekti. Onun için daha fazla gayret ediyor, hiç malayaniyle uğraşmıyor, vaktimi zayi etmiyordum. Hem duâ, hem sistemli çalışmam boşa gitmedi, kısa zamanda mektebin en iyi talebelerinden biri oldum. İlaveten resim kabiliyetim de fırlayıp öne çıkmaz mı?.. Bu bana fazladan kuvvet verdi, kendime olan medenî cesaretimi, güvenimi iyice artırdı…

 

Her bakımdan numune gösterilen bir talebe olmuştum. Bu yüzden olsa gerek, mektebin tek döner sermayeli yeri olan kooperatifin mesuliyetini de bana verdiler. Talebelerin ihtiyaç duyduğu defter, kalem gibi kırtasiyeye ilaveten, ayaküstü atıştırmalık bisküvi lokum, kuru meyve ve diğer yiyecekler, gofret, çikolata ve benzeri şeyler satıyor hem arkadaşların ihtiyaçlarını hesaplı olarak karşılıyor, hem de kooperatifi kâra geçiriyordum. Sonradan öğrendiğime göre ilk defa kooperatifimiz zarar etmemişti. Bu da bana şeref madalyası olarak yetiyordu. Doğru dürüst, haramdan korkan insanlara olan ihtiyaç ne kadar çokmuş meğer! Her çalışmama, hocalarımın bile gıptayla baktığını hissediyordum… DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.