Sınıfın açık penceresinden giren, bahar kokan ılık rüzgâr, onu alakadar etmiyor, kuşların kesintisiz cıvıltıları, dalgınlığından uyandırmıyordu. Neden sonra yavaşça sıraya dayandı. Ellerini masanın üzerine koydu, başını kaldırdı.
Kafamdaki sorular gittikçe çoğalıyordu:
“Kendisini buraya iten, karşı konmaz bir gençlik arzusu muydu?”
“İç âleminde ne fırtınalar vardı?”
“Yoksa ailevi sıkıntılar içinde miydi?”
“Genç bir âşığı tahrik edecek kadar güzel bu bahar günü, onu niçin esrarlı dünyasından uyandırmıyordu?”
Oysa bütün talebeler, onun bir tebessümü ve ela gözlerinin yürek hoplatan şuh bakışları için neler vermezdi ki...
Ben bu hissiyat içindeyken zarif bir sesle irkildim:
- Ragıp, herkes dışarıda, sen burada ne yapıyorsun?
- Ben de aynı şeyi düşünüyordum, ya sen neden buradasın?
- Hiiç!
- Oooh! Ne cevap değil mi? ‘Hiç’ de işin içinden çıkıver kolayca...
- Müthiş bir roman okuyorum da…
- !!!
Cevap vermeyince okuduğu kitabı kapattı, sevinç dolu büyük ela gözlerini üzerime dikti. Oldukça kibar ve de nazik görünüyordu. Hoş bir İstanbul şivesiyle:
- Bazı şeylerin sebebi olmaz. Canım sınıfa çekilmek istedi o kadar... dedi. Lakin maksadı beni konuşturmak olduğu da çok belliydi, devam etti:
- Peki senin ne işin var bu güneşli günde tebeşir tozlu odada. Bir kış boyunca bıkmadın mı?
- Ne bileyim, alışkanlık...
- Nasıl?
- Bizim evimiz de burası, mektebimiz de… Başka yerimiz yok, malumunuz.
- Arkadaşların gezip eğleniyor ama!
- Herkesin sevinç anlayışı farklı. Ben sınıfımda da mutluyum...
Bu cevabıma gözleri yaşaracak kadar güldü. Âdeta sıralara sarılıyor, kendini tutamıyordu.
- Demek sınıfta da mutlusun! Seni tebrik ederim! Beni güldürdün be Ragıp!
Deyip tekrar tekrar gülünce:
- Bunda ne var, neresi komik? diyerek dışarı çıkmaya çalıştım.
- Dur hele nereye, bana anlat, sınıfta tek başına nasıl mutlu olunacağını?..
Elimde olmadan geri çekildim, pencerenin önüne gittim. Orada kendimi emniyette hissediyordum nedense. Uzaktan cevapladım:
- İdeal insan; bulunduğu şartları huzura, mutluluğa çeviren insandır. Geçimsiz, mutsuz olan da bütün güzellikleri zehir zıkkım edebilendir. Ben böyle düşünüyor ve böyle inanıyorum.
Sınıf arkadaşım fazla felsefe yaptığımı düşünerek dudaklarını ısırır gibi yaptı. Bir şeyle meşgul olmak için, iki elinin narin parmaklarıyla yeniden saçlarını düzeltti. Hâlâ gülümseyerek bakıyordu.
Yüksek imkânlara sahip, şehir ortamında doğmuş, büyümüş bu kız, benim küçük şeylerden mutlu olabileceğimi nasıl kavrayacaktı ki? Yokluk görmüş, geçirmiş, hayatın zorluklarıyla küçük yaşta tanışmış, mücadele etmiş, garip, zavallı bir köylüyü nereden anlayacaktı? Karşısında ciddiyetimi koruyor, hiç gülmüyor, biraz da mahzun duruyordum.
Yan gözle elindeki kitaba baktım. Bir aşk romanıydı. DEVAMI YARIN