"Hoş gelmişsin delikanlı, hadi bize gidelim; misafirim ol…"

A -
A +

Burası başka yerlere hiç benzemiyordu. İnsanları sıcakkanlı, oldukça güler yüzlüydü. “Tam yaşanılacak yer” diye düşünüyordu ki; yanına gelen tebessüm ederek iyice yaklaştı:

 

- Hoş gelmişsin delikanlı.

 

- Hoş bulduk amca.

 

- Buraların garibisin galiba!

 

- Öyle sayılmasa da bu köye ilk defa geldim.

 

- Hadi bize gidelim; misafirim ol…

 

- Beni tanımıyorsunuz, bilmiyorsunuz ki… Ne diye “Misafir ol...” deyip hanenize çağırıyorsunuz?

 

- Mühim olan tanımadığını, bilmediğini misafir edebilmek delikanlı! Tanıdığımız dostlara teklif olunmaz, onlar kendiliğinden gelirler zaten!

 

- Ama!!!

 

- Aması maması yok! Haydi yürü gidelim, fazla inceleme, kafana da takma! Evde sorarsın düşündüklerini.

 

- !!!

 

Konuşulanlara, adamın vücut diline bakan genç Lütfü; muhatabının oldukça samimi olduğunu anlamıştı. Zaten misafir etmek için de ısrar ediyordu, “hayır” diyemedi. Duruşu, yürüyüşü her hâliyle itimat veriyordu. Etrafı şöyle bir daha alıcı gözle seyretti ve:

 

- Maşallah! Bet bereket âdeta taşıyor.

 

- Hamd olsun; topraklarımız mümbit, insanımız cömert.

 

- Belli belli… dedi, yürüdü adamın peşi sıra…

 

Yoldan gelip geçenler birbirlerine gülümseyerek selâm verip alıyor, bir ihtiyaçları veya bir sıkıntılarının olup olmadığı soruluyordu. Dikkat etti; bilaistisna hepsi de güler yüzlüydü. Asık suratlı, somurtkan olanı hiç görmedi. “Bu insanlar, problemlerini çözmüş, huzur ve saadet içinde oldukları besbelli. Herhâlde bir şikâyetleri varsa, o da yabancılardandır! Yaşamak kadar ölmek bile güzel olmalı burada...” diye söylenerek tanımadığı adamı takip etmeye devam etti…

 

Geçtikleri yol kenarlarında şahit oldukları sıradan şeyler değildi. Çay boyu yemyeşil, zümrütten bahçelerle çevriliydi. Düzeni, intizamı kadar hayvanat bakımından da zengindi. Sayılamayacak kadar çok koyun ve sığır sürüleri, atlar, köpekler, tavuklarla cıvıl cıvıldı. “Burada her şey bol bereketli...” dedi içinden gayr-i ihtiyari…

 

Kısacası genç Lütfü, bu güzel insanlara, bu temiz köye hayran kalmıştı o zaman. Misafir olduğu hâne sahibi, Salmangil’in Mevlit Ağaydı. Meğer babacığının da konak yeriymiş. Çok yakinen tanıdık birisiyle karşılaşmak ayrı bir huzur vermişti. Samimi sohbetleri ve onu takiben dostlukları ilerledikçe ilerledi. Gösterilen misafirperverlikten dolayı çok memnun kalmış, seneler sonra buraya imam olmaktan da büyük bir şeref duymuştu. Bu hissiyat ve muhabbetle uzun bir müddet kaldı. Sonra fazla yüz göz olmaktan değil de bir iki sebepten dolayı köyden çıkmanın yollarını arayacak, bu pek sevdiği insanlara veda edecekti.

 

            ***

 

Son tehiyyâtta duâlarını okuyup selâm verdikten sonra cemaate dönünce pek şaşırdı. Köyde bir şeyler olduğunu anlamıştı ama ne olabilirdi? Sabah namazına müdavim olan cemaatin çoğu gelmemişti, ya da gelememişti. “Hayırdır inşallah!” dedi, tesbihatını tamamladı, hiçbir şey olmamış gibi aşr-ı şeriflerini okudu. Dışarı çıktıklarında güneş henüz doğmamıştı ama uğultu hâlinde sesler geliyordu. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.