Koskoca üç sene bitmiş artık mezun olmuştuk...

A -
A +

Talebeleri sorumluluk almaya, insanlara faydalı olmaya, iş bölümü ve iş planlamaya hazırlamak eğitimin esaslarındandı...

 

Okulumuzda günler dolu dolu geçerdi. Sabah erkenden kalkılır, ilk iş olarak yataklar düzeltilirdi. Uyuyup kalanları nöbetçi öğretmen kaldırırdı. Sonra sınıflara geçilip mütalâa yapılırdı. Daha sonra yemekhaneye kahvaltıya gidilir. Sıra ile kahvaltılıklar alınır, nöbetçi öğretmen eşliğinde âfiyetle yenirdi. Kısa bir aradan sonra dersler başlardı.

 

Dersler bittikten sonra akşamüzeri öğrenciler karınca gibi sağa sola dağılır, çarşıya inilirdi. Futbol sahası, voleybol sahaları capcanlıydı...
Kütüphane dolar taşardı. Sinema salonu da hiç boş kalmaz ya tiyatro kolunun ya da folklor ekibinin provaları yapılırdı. Bazen de aynı salonda güreş takımı minder üzerinde antrenman yapardı.

 

Talebeleri sorumluluk almaya, insanlara faydalı olmaya, iş bölümü ve iş planlamaya hazırlamak eğitimin esaslarındandı... Görevden kaçmak hiç affedilmezdi.

 

Okulda saat gibi işleyen bir de nöbet sistemi vardı. Her sınıf sırayla bir hafta süreli okul nöbeti yapardı. Yemekhane, işlik, ahır, tarım ambarı, çevre ve idare gibi nöbet yerlerine öğrenciler ayrılırdı. Nöbetçi başkan yapılan işleri kontrol ederdi. Nöbetçi başkan son sınıf öğrencilerinden olurdu.

 

Yemekhane nöbetine ayrılan öğrenciler patates, soğan pırasa vs. soyarak aşçılara yardımcı olurlardı. Yaşlı aşçıbaşımız çok titizdi. Her şeyin tertemiz olmasını isterdi.

 

Pek çok öğretmenimiz de okuma alışkanlığını artırmak için neler yapmazdı ki…

 

Derken koskoca üç sene bitmiş artık mezun olmuştuk.

 

Yeni mezunların ilk tayini yapılırken üç il isteme hakkı vardı.

 

Samsun’dan Adana’ya bir çizgi çekilir, herkes Doğu’dan isterdi. Batıda da açık iller olmasına rağmen Batı’dan istemek ayıptı. İçlerinden geçse bile saklarlardı. Gümüşhane, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yer aldığı için biz de serde Erzurum İd’liyiz.. Hakkâri, Van ve Afyon yazdık.

 

Bahtımıza Afyon’un Sincanlı (Sinanpaşa) ilçesi çıktı.

 

Başı bulutlara değen yalçın dağların yer yer kayalık yamaçları, son güzün altın kızılı güneşiyle gittikçe turuncuya boyanıyordu. Bazen sis, çoğu zaman güneşin hâkim olduğu Sütpınar’ın tepeleri ve derin vâdileri, beklenen uzun kışa çoktan hazırdı.

 

               ***

 

Lütfü Hoca, her nedense sabah güneşini, en çok da kapalı kül rengi bir havada gece boyu yağan yağmurun ardından parıldayan hâlini pek severdi. İşte o zaman hava tertemiz, cam gibi olurdu. Bir de o serin havayı ciğerlerine doldurmak yok mu, ne harikaydı?

 

Güz, gelmeden bir bir işaretleri geliyor, her yerde kendini gösteriyordu. Kaç gündür sabah namazına kalkınca keskin bir ayaz karşılıyordu Lütfü Hocayı. Hanımefendisi çoktan pardösüsünü yıkayıp kurutmuş, askılıktaki yerine koymuştu. Yağmurlar bir başladı mı sonu gelmezdi. Bu topraklarda yaşayanlar, her mevsime göre kendilerini ayarlamayı bilen otomatik saat gibiydi. Günler, tabii sırasında akıp giderken o, kafasını meşgul eden problemleriyle uğraşıyordu. “Çaresizliğin gözü kör olmasın...” diye söylendi! Hep müspet düşünmeye, en kızgın anlarda bile kahırlı kelimeler söylememeye alıştırmıştı kendini. İnsanı insan eden kıymetleri tercih etmek akıllı adam işiydi ama kolay değildi. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.