İhtilâl ile inkılap arasında fark vardır. İnkılap, idarenin değişim tasarrufudur. Yukarıdan aşağı olur. Hükûmet karar verir, müeyyide koyar, ahali, karara riayet mecburiyetindedir.
İhtilal, aşağıdan yukarıya, halktan baştaki Hükûmete doğrudur. Millet, bir gün bir fikrin etrafında kenetlenerek ayağa kalkar, meydanlara çıkar ve mevcut yönetimi gayrimeşru ilân ederek devirir…
İki kavram arasında böyle bir fark olduğu hâlde dilde aşırılığa gidip bin yıldır söyleyişimizde Türkçeleşmiş kelimeler, gadre uğrayınca dağarcık fakirleşti. "Devrim" kelimesi önce inkılap yerine ikame edildi. Sonra ihtilâl ve inkılabın her ikisine karşılık olarak kullanılır oldu…
Bu tahlili, anlatacağımız mes’ele daha sarih şekilde anlaşılsın diye yaptık:
8 Aralık 2025 günü haberler şöyleydi:
-"8 Aralık Suriye Devrimi" 1 yaşında!..
8 Aralık 2024’te Suriye Millî Kuvvetleri, Türkiye’den aldıkları çok yönlü destekle şanlı bir destan yazarak 1963’ten beri Suriye halkına zulmeden Nusayri rejimini yıktı. Rus kuklası “sahte arslan” Beşar Esed, hazineyi de soyarak ailesini alıp Moskova’ya kaçtı…
Nüfusun en fazla yüzde 10’u kadar olan Nusayri azınlığa dayanan ‘el Muhaberat" denilen ajan rejimi, yüzde 74’lük Sünnî Müslümanlar başta olmak üzere diğer unsurlara 61 yıl boyunca zulmetmişti. Bu mezalim, Hafız Esed’in 1971’de SSCB destekli darbeyle işbaşına gelmesiyle oğlu "Beşar Esed" dönemini de içine alan 53 senede artarak devam etti. Esed sülalesinin, Suriye’de yaptığı dehşet, Siyonist Netanyahu’nun Gazze’de yaptığı vahşi katliamlardan farksızdır.
Suriye’de 2011’de Batı’nın "Arap Baharı" aldatmasıyla başlayan İç harp, 13 yıl sürdü. Bu zaman zarfında 600 binden fazla insan öldü. Binlerce insan, denizde boğuldu. Binlerce insan sakat kaldı. Binlerce insan değişik devletlere sığınmak zorunda kaldı.
Katil Beşar Esed, kendi halkına misket bombaları yağdırdı. Hiçbir nasihate kulak vermedi. Nihayetinde on yıllar içinde ayağa kalkabilecek bir enkaz bırakarak savuşup gitti.
Suriye, petrole sahip olduğu hâlde bir tarafı İsrail, diğer tarafı Kürt bölücüler ve İran Haşdi Şabilerinin hâkimiyeti altında kaldığı ve 13 yıl boyunca da zulüm yaşadığı için tek kuruşa muhtaç duruma düştü…
8 Aralık, bir zorba dönemine son vermenin adıdır:
"Suriye Zafer Bayramı" 8 Aralık 2025’te yalnızca Suriye’de kutlanmadı. Aynı heyecanla Türkiye’de de kutlandı. Açık ve net olarak ortadaki bugün; Suriye Arab Cumhuriyeti vatan bütünlüğünün istiklâl ve istikbâlinin teminat ve dayanağı Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.
Türkiye ve Türk Milleti, sadece Suriye’nin değil, aynı zamanda Filistin’in de varlık, istiklâl, hürriyet ve istikbalinin de teminatıdır. Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan bir yıl evvel kendini bağlayıcı bir vaatte bulunmuştu. O gün dedi ki: "Gazze’de şükür namazı kılacağız!" Şimdi bu sözü daha bir pekiştirdi:
-Suriye için 10 Mart Mutabakatının imzalanması, şer odaklarının hesaplarını altüst edecektir. İnanıyoruz ki Filistin’de de mazlumların sabrı, zaferle taçlanacak, oraya da özgürlük ve barış gelecek, 1967 hudutlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti -Allah’ın izniyle- muhakkak kurulacaktır. Filistin’de zafer marşlarını hep birlikte söyleyeceğiz!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şâm-ı Şerif’i ziyaret ederek Suriyeli kardeşlerimizle kucaklaşacağı ve Emeviyye Câmiî Şerifinde namaz kılacağı günler çok yakındır…
İnşallah; Gazze’de şükür namazı kılma, Kudüs’te secdeye varma ve Filistin’de Mehterân Birliğimizle birlikte Zafer Marşları söyleme günleri de uzak değildir…
I. Cihan Harbi sonuna dek bir Devlet-i Âli Osman vardı. "Osmanlı topraklarından 60’tan fazla devlet çıktı" diye hep söylenir. Bugün o devlet vatandaşlarının her birinin hudutları, bayrakları, marşları var. Osmanlı zamanında hepsi, tek vatanda ve Bayrağımız altındaydı. O oldu, bu yaşandı ve nihâyetinde bugünkü manzara ortaya çıktı. Emperyalistler, ağızlarında puro, masa başında geğire geğire ellerindeki cetvelle haritalar çizip, asırlarca nizâm- ı âlem içre ve huzur üzre bir arada yaşayan kavimleri birbirlerine hasım ettiler. Daha kötüsü, aynı ümmet mensubu Müslüman unsurları da yek diğerine düşman kıldılar… ama, baştaki idareler, ne ve kim olursa olsun, müslimi ve gayrimüslimiyle dünkü Osmanlı tebaası halklar, maziyi hep hasretle hatırlaya geldiler….
Şimdi bir kavşağa gelmiş bulunuyoruz:
Türk milletinin yine ilâhî bir mükellefiyetle karşı karşıya olduğu okunuyor:
Devlet-i Ebed Müddet’in 16. Altın Halkası olan Türkiye Devleti, bugün yalnızca Suriye’nin değil, Filistin’in değil, o bölgedeki diğer devletlerin, Katar’ın, Irak’ın Azerbaycan’ın hatta gerektiğinde Ermenistan’ın, Ukrayna’nın, hatta gerektiğinde Bulgaristan ve Yunanistan’ın ve elbette Macaristan’ın ve mutlaka Saraybosna, Kosova ve bölgedeki diğer devletlerin, Libya’nın, Somali’nin, Sudan’ın, Mısır’ın… kısacası Osmanlı Bayrağı altında yaşamış milletlerin varlık teminatıdır. Adını yazdığımız ve yazmadığımız bu devletler, varsın yine topraklarıyla, bayraklarıyla marşlarıyla yaşayıp gitsinler. Aynı hudut, aynı bayrak altında olmak şart değil. Gönüller, niyetler ve hedefler bir olsun. Birlik ve dayanışma içinde olmamız hepimizin menfaatinedir…
Şu var ki bugün, Osmanlı’dan da öte işlerimiz var: Osmanlı, aradaki İran engeli yüzünden Türkistan’a varamadı. Bugün sanayi ve teknolojiyle bunu, başarmak mümkün. Onun için TDT-Türk Devletleri Teşkilatı büyük bir fırsattır. Türk Devletleri Teşkilatıyla İİT-İslâm İşbirliği Teşkilatına üye devletler, teminatımız altındadır.
Ankara, Pekin’i güçlü bir özerkliğe ikna ederek Şarkî Türkistan’ı da TDT’a gözlemci üye yapabilmelidir…
İş çok, yol uzun, vakit dar, küffar kavi… fakat ulvî gayemiz ulu ve haşmetli… Allahü teâlâ istemeseydi istek vermezdi. Bu satırlarda bu fikirleri yazdıran ilâhî kudret, onları, hakîkat de yapar. Yeter ki çalışalım ve layık olalım. Haritayı, devrin şartlarına göre yeniden çizerken Şeyh Edebalı pîrimizin Osman Gazi Ceddimize buyurduklarına kulak kesilme vaktidir.
Bu nasihat, bize hep lâzım olacaktır:
-Ey oğul! Dünya, gözünün gördüğü kadar büyük değildir!..
Rahim Er'in önceki yazıları...