Davut'un sorgusu hâlâ sürüyordu. Jandarma komutanı işlenen cinayetin sebebinin Aliye'nin ortadan kayboluşuna bağlı olduğunu anlamış ve Davut'u sıkıştırmaya başlamıştı. Sonunda adamın küçük kızını başlık parası karşılığında Ali Rıza'ya vermek istediği ortaya çıkınca sert bir tepki göstermişti komutan. - Sen nasıl böyle kanunsuz bir şey yaparsın? Davut yutkunmuştu: - Bizim buralarda kızların everilme yaşı budur komutan. Bu böyle gelmiş böyle gider. Buna engel olamazsın... Benim anam da bu yaşta evlenmiş, bacım da... - Ben kanunun dediğine bakarım. Bunun bir yaşı var. Sen nasıl veriyorsun kızını yahu! Bu kadar cahillik olmaz. Hem de kaç yaşında bir adama. Yazıktır... Sırf para uğruna. Hani ihtiyacın olsa Davut Efendi, muhtaç olsan anlayacağım. Davut ses çıkartamamıştı. Gereken işlemler yapıldıktan sonra komutan Davut'a dönmüştü: - Tamam, artık gidebilirsin evine. Ama seni aradığım zaman bulacağım. Bir yere ayrılma. Başını yaktın çocukların Davut. Yazık oldu hem Aliye'ye, hem zavallı Hüseyin'e hem de Ali Rıza Efendiye.. Davut karakol kapısına çıkınca Hasan'ın beklediğini görerek asabi bir şekilde oğluna doğru yürüdü: - Konuşuyor işte bilip bilmeden... - Baba, Hüseyin nerede? İki elini yana açarak dudak büktü: - Ne bileyim ben. Adama sapladı bıçağı, sonra da kaçıp gitti. Arıyor candarmalar... Hasan yaklaştı babasına: - Ali Rıza'nın oğulları "bunun hesabı görülecek" diye haber yollamışlar. Anam ağlayıp duruyor evde... Başımıza dert aldık. Davut ses çıkartmadı. Hızlı adımlarla evlerine doğru yürüyorlardı. Yolda rastladıkları köylüler "geçmiş olsun" diyerek kenara çekiliyordu. Kahvenin önünden geçerken muhtar seslendi: - Davut! Davut Ağa! Davut durup döndü. Muhtar koşarak geldi yanına: - Hayırdır Davut ağa, ne oldu? Omuzlarını kaldırdı Davut: - Ne olacak muhtar, sorgu yaptı komutan sonra da hadi git evine dedi. Muhtar tedirgin bir şekilde yaklaşıp kulağına eğildi adamın: - Hasan söylemiştir belki, Ali Rıza'nın oğulları dava tutmuşlar meseleyi. "Bunu kan temizler" deyip dolanıyorlarmış, benim midem bulandı. Tetik olasınız. Davut etrafına bakındı: - Sağ ol muhtar... Olacak neyse olur artık... Hele eve gidip biraz kendime geleyim... *** Hasan ve Davut bahçeye girdikleri zaman Zübeyde'nin hıçkırıkları duyuluyordu. Zübeyde olayı duyduğundan beri ağlıyordu. Gözleri şişmiş, yüzü allak bullak olmuştu. Davut içeri girer girmez bağırdı: - Zırlayıp durma yahu... Zaten canım sıkkın... Zübeyde başını kaldırıp baktı adama. Tülbendini düzeltip ayağa kalktı. Davut sedire bıraktı kendini: - Hele iki lokma bir şey hazırla. Karnım aç! DEVAMI YARIN