Dün (Islahat) ve bugün (Kopenhag Kriterleri) -2

A -
A +

Osmanlı'nın siyasi olarak Batı'ya bağlanması sonucunu doğuran Tanzimat Fermanı'nı geçen hafta ele almıştık. Bu hafta, Islahat Fermanı ile devam edelim. AB'nin üyelik için şart koştuğu Kopenhag kriterlerini, bundan tam 147 yıl önce Islahat Fermanı (1856) ile kabul etmiştik. Diyebiliriz ki Islahat Fermanı, Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinin de başlangıç noktasıdır. Tanzimat Fermanı'nın Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında sağladığı eşitlik Batı'yı tatmin etmemişti. Özellikle İngiltere ve Fransa, kendi çıkarları açısından gayrimüslimlerin her alanda Müslümanlar'la eşit olmasını istiyorlar ve Tanzimat Fermanı'ndan daha köklü ve kapsamlı bir reform projesini Osmanlı'ya kabul ettirmek için en uygun zamanı bekliyorlardı. Rusya ile Osmanlı'yı karşı karşıya getiren Kırım Savaşı, aradıkları fırsatı verdi. Savaşta Osmanlı'nın yanında yer alan İngiltere ve Fransa, yaptıkları askeri ve siyasi yardımın karşılığını istemekte gecikmediler. Konu, Kırım Savaşı'nı sona erdirmek üzere hazırlanan Paris Antlaşması'nın maddeleri konuşulurken gündeme getirildi. İngiltere, Fransa ve Avusturya, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki farklılıkların her alanda ortadan kaldırılmasını öngören bir ferman ilan edilmesini, barış için şart koştular. Paris Konferansı öncesinde müttefiklerden talepler gelmeye başladı: "Barıştan sonra yepyeni bir Avrupa kuracağız. Siz de bu düzende yer edinmek istiyorsanız, reformlara başlayın. Mesela işkenceyi yasaklayın, azınlıklara haklarını verin, tam bir din hürriyeti sağlayın, ekonominizi düzeltin, bütün bunları yapın, sonra gelin konuşalım" diyorlardı. (Kopenhag kriterleri) Osmanlı, bu baskılar karşısında daha fazla direnemedi. Sadrazam Ali Paşa da, "Onların bize Avrupalı olmamızın şartlarını resmen yazdırmalarını beklemeyelim. Böyle bir muamele devlet için utanılacak bir vaziyet oluşturur. Dolayısıyla işi konferanstan önce kendimiz halledelim" dedi. İstanbul'da yabancı devlet temsilcileri ve Osmanlı devlet adamlarından oluşan bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun görevi gayrimüslimlerle ilgili reformların çerçevesini çizmekti. Komisyona İngiltere'yi temsilen katılan Büyükelçi Canning, diplomatik kurnazlığı sayesinde hemen her önerisini kabul ettirdi. (Ulusal program da benzer şekilde hazırlandı) Hıristiyan ve Yahudiler'in orduya alınmasını, devlet hizmeti ve memuriyetine girebilmesini, Müslüman halk ile azınlıklardan eşit vergi alınmasını, dini bir vergi olan ve sadece gayrimüslimlerden alınan cizyenin kaldırılmasını, azınlıklar ve yabancıların gayrimenkul edinebilmesini, banka ve şirket kurabilmesini, dini liderlere ve cemaat şeflerine belirli gelirler tahsis edilmesini, rahiplere ve din adamlarına maaş bağlanmasını, gayrimüslimlere ait mabetlerin tamir edilmesini, ayin ve törenlerinin serbest bırakılmasını, cemaatlere okul açma hakkı verilmesini öngören ferman Paris Konferansı'nın toplanmasından bir hafta önce ilan edildi. Ferman işe yaradı (!) ve Batı dünyası, Paris Konferansı'nda Türkiye'nin "Avrupalı" olduğunu ilan etti. (1856'da yaşananlarla 1999 Aralık ayında alınan Helsinki kararları arasındaki benzerlik gerçekten tarihin tekrarı niteliğindedir.) O devrin AB'si sayılan Avrupa Devletler Konseyi'ne de alınarak resmen Avrupalı olduk. Batılı ülkeler, fermanın ilanında sonra her fırsatta Osmanlı'nın iç işlerine burunlarını soktular. Devlet işlerine müdahaleyi küçük memurların azil ve tayin işlerine karışmaya kadar götürdüler. IMF ve AB'nin atalarından ne farkı var? Bugün onlar da her fırsatta iç işlerimize karışmıyorlar mı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.