İnsan bu. Dünyaya gelince döneceği yeri unutuyor. Dünya; cazibeleri ile öyle etkileyici, göz kamaştırıcı bir yer ki, onun çekiciliğine aldanmamak, elinin tersi ile itmek sıradan insanlara çok zor gelir. Dünya cazibesi, yani yalancı güzelliklerin, geçici zevklerin çekiciliği, bir kez insana bulaşmayagörsün. İnsan hangi cazibeye doğru çekilmeye başlarsa, ona kavuşma, onu elde etme arzusuyla birlikte hırsı da gelişiyor. İnsanın gözünü hırs bürüdüğünde ise, onu doğru yolda tutan, akıl ve mantık devreden çıkıyor. Cazibeye kapıldığı maksadı için, birçok hatalar yapmaya başlıyor. Bunun en tehlikeli safhası da, kavuşmayı arzu ettiği maksadı uğruna her şeyi yapabilecek hale gelmesi. İnsan bir kez hırsa kapıldı mı, artık at gözlüklerini takmış demektir. Maksadı haricindeki doğruları görmemeye başlar. At gözlükleri; at arabalarını çeken atların gözlerinin iki yanına bağlanan deriden kapaklardır. Atlar yolda giderken sadece yola baksın, gözleri yanları görmesin diye, görüş alanını daraltan bir aksesuar. At gözlüklerini takmak deyimi de bu sebeple dilimize yerleşmiştir. İşte hırs da buna benzer. İnsanı o hale getirir ki artık maksadından başka şey düşünmez olur. Fakat hırsın bir diğer yüzü daha vardır. Hırs öyle bir şeydir ki bumeranga benzer. Bir gün sahibine geri döner. Hem de hırsın şiddeti ne kadar yoğunsa, o yoğunlukta geri döner. İnsanlar bu riski bildikleri halde, maalesef yine de zaman zaman dünya cazibesine tutulup hırslarının peşinden koşarlar. Bu hırs bazen mevki makam oluyor, bazen çok kazanma duygusu, bazen de geçici zevklerin çılgınlığı... ** Tarihten günümüze böyle hırsa kapılanların düştüğü durumu anlatan hikâyelerin sayısı oldukça çoktur. Hintli düşünür Beydeba'nın eseri "Kelile ve Dimne" hayvanlara atıf yapılarak yazılan, buna benzer hikayelerle doludur. Tam bir ibret vesikası olan bu eserde geçen olayları, kendi hayatımızla karşılaştırdığımızda, insan ömrünün benzerliklerle dolu bir kısır döngü içinde geçtiği görülecektir. Aldatanlar ve aldatılanlar, samimiyet ve ikiyüzlülük, sadakat ve ihanet, mazlumlar ve zalimler, dostlar ve düşmanlar, mertler ve kalleşler, cömertler ve cimriler gibi insan vasıflarının zıt özellikleri arasında geçen çatışmaların, entrikaların hikayeleri... Bir akreple kurbağa hikayesi vardır. Nehrin karşısına geçmek isteyen akrep, kurbağadan kendisini karşıya geçirmesi için ricada bulunur. Kurbağa "sen beni sırtımdan sokarsın" deyince akrep yeminler edip sokmayacağına inandırır. İyi niyetli kurbağa "peki" der, akrebi sırtına alır, girer suya. Tam nehrin ortasına gelirler. Akrebin duyguları kabarır. "Seni sokacağım" der. Kurbağa "ama söz vermiştin" der. Akrep "Ben akrebim. Ne yapayım huyum bu" deyince kurbağa suya dalar, akrep boğulur, frenleyemediği hırsının cezasını hayatıyla öder. ** Roma İmparatoru Sezar'ın en yakın adamı vardı. Adı Brütüs... Roma'da isyan çıktığı zaman Sezar, tek güvendiği adam olarak Brütüs'e sırtını dayamıştı. Sonra sırtında bir acı hissetti. Dönüp baktığında işte asıl o zaman yıkıldı. Yüzü, hayret, dehşet ve acıyla gerildi. Yere düşerken "Brütüs sen de mi?" diyebildi. İnanamadı gördüklerine. En güvendiği adam, onu mevki makam uğruna sırtından vurmuştu. Öyle veya böyle, o bir kraldı. Kral olarak öldü. Ve tarihte hep Sezar olarak anıldı. Fakat ya Brütüs!.. Hiç kendi kralını sırtından vuran biri itibar görebilir miydi? En varlıklı olan ve kendine her imkanı sunan kralı, sırtından vuracak kadar alçalan bir hain, diğer insanlara ne yapmaz ki? İhanet edenler asla kabul görmezler. Brütüs de öyle oldu. Tarihe, kralına ihanet eden bir hain olarak geçti. Bütün Brütüsler ve Brütüs gibilerin sonu da hep böyle olmuştur. Yaptıkları ihanetin karşılığında şerefi verirler, alçaklığı alırlar. Dünya cezibesine kapılanlar, aynı hataları 18 bininci kez de olsa yine yapıyor. Ne diyelim! Kim ne ediyorsa onu buluyor. Döndüğünde de...