Geçen haftaki yazımızın konusu dil yarası üzerine idi. Tabii dil yarası derken, lisanımızı kast ederek yazmıştık. Bir de atasözlerinde geçen, edebiyata, şiirlere konu olan, dilimizden çıkan sözlerden kaynaklanan bir yara var ki, hatırlandıkça kanayan bir yara, gönül yarası... Hangimizin gönlünde açılmamıştır ki bu yara? Ya da hangimiz kim bilir kaç kişide açmışızdır bu yarayı. Kim bilir kaç kişide? Gönül, öyle bir sırça saray ki, öyle anlaşılmaz bir letafet ki, düşmanın attığı taştan gocunmaz da, dostun, sevgilinin attığı gülden inciniverir. Neden mi? Çünkü düşmana karşı zaten kapalı olan kalp, ondan gelen en sert darbelere bile aldırmaz. Halbuki dostlara, sevilenlere açılan gönül sarayı, tamamen savunmasız ve teslim olmuş haldedir. Ondan incinmeyeceğine inanmış, ondan zarar gelmeyeceğine şartlanmış. Belki de bu inancın yıkılması yaralıyor, kırıyor kalbi. ** İnsanlar, yaptıklarından ve konuştuklarından mes'uldürler, düşündüklerinden değil. Bu sebeple ilim ehli "insan konuştuğu sözün esiri, konuşmadığının ise sultanı olur" demişlerdir. Ya da "Söz gümüşse sukut altındır" diyerek insanları daha az konuşmaya, daha dikkatli konuşmaya teşvik etmişlerdir. Dil, insanın duygularının, anlayışının, karakterinin, düşüncesinin, yaklaşımının, ifadeye dönüştüğü, tezahür ettiği yerdir. İnsanlar sizi onunla anlar, onunla yorumlar. Sözünüz aynanız olur. Sizi yansıtır, sizi temsil eder. Ya siyahı tercih eder kara görünürsünüz, ya da beyazı tercih eder aklara bürünürsünüz. İki söz de sizden çıkar. Ama biri kir, biri nurdur. Biri kırar kaybeder, biri yapar kazanır. Bazen bir kelime bile öyle bir yara açar ki gönülde, yapılan bütün iyi şeyler yıkılıverir. Bir sözle yıkılan insanlar yok mudur, bir sözle krize girip ölen insanlar? Biliriz ki biz de öleceğiz, topraktan geldik yine toprak olacağız. Hangi sultan ömründen fazla yaşamış, hangi insan? Mağrur olanlar da mağdur olanlar da toprak olmadılar mı? Hani astığı astık kestiği kestik krallar, hani arkalarından binlerce ordu taşıyan kumandanlar, hani etrafına çil çil altınlar serpen müsrifler, zenginler, hiç ölmeyeceğini zannedenler hani?.. Ve kıranlar kırılanlar, vuranlar vurulanlar, dövenler dövülenler, mağdur olup sicim sicim gözyaşı dökenler hani? Hepsi toprak olmadılar mı? Aynı akıbeti paylaşmadılar mı? Yüzyılların bile rüzgâr gibi gelip geçtiği şu kısacık dünya hayatında, yarın bizi de aynı akıbet bekliyorken kalp kırmaya değer mi? Değer mi?.. İnsanları mutlu edecek, gönlünü alacak bir söz söylemek bu kadar zor mu? ** Bir tatlı söz söyle ki gönüller taşısın, yer yer seni Bir gönül kırdın ise felakettir sonun, yer, yer seni Kalblerde daima yaşayan bir sevgidir, bir de sevilenin açtığı yara. Yer sizi yemeden açtığınız gönül yaralarını kapatın ki, sevginiz daim yaşasın gönüllerde...