Yine kafa karıştırıyorsun; demeyin.
Son günlerin modası olan 'kelimeleri dansa kaldırmak' ya da gerçek anlamlarının yanına 'kelimeyi çanta gibi kullanıp her gözüne ayrı bir anlam yüklemek' durumundan söz ediyorum. Ya da ilk harflerden mesaj vermektir. Hece ve kelimenin fonetik ile dansa kalkmış haline denir.
Başlıktakiler bu işin edebiyattaki tanımlamalarıdır...
Ben de katkıda bulunayım isterim.
Mesela; 'Torku imparatorluğu' derdim Fenerbahçe'nin yenilgisi üzerine...
'Yanal dünya, her şey bomboooş..' diye bir şarkının sözcüklerine atıfta bulunurdum..
'Herkesi Yanal'ttı...' derdim...
'Torkunun ecele faydası olsun...' der ve bu garip yenilgiden çıkabilecek bir Arsenal zaferine çağrıda bulunurdum...
'Torkularla yüzleşmek' derdim...
Sonsuza kadar üretilebiliyor anlayacağınız...
'Torku dağları sardı...' da cabası...
Beşiktaş'ı bu başarılı başlangıçtan geri döndürecek bir tek şey vardır.
O da 14 bin kişilik statta, isteksiz ve kerhen gelmiş birkaç bin Beşiktaşlıya maç oynamak zorunda kalmak...
Gol sonrası
golden önemlidir
Almeida devre mülk mü, yoksa apart mı?
Fernandes ucundan mı, yoksa yürekten mi?
Tolga Zengin nelerden ne kadar etkilenir?
Kanadalıdan ön libero olur mu?
Kaptan ille sahada olma garantisi olanlardan mı olmalı?
Bu sorularla başladık ve takım gibi bir takım izledik.
Herkes katkıda bulunmak için çırpındı. En önemlisi gol sonrasında 'takımca' yaşanan, 'kulübece' dayanışılan sevinç biçimiydi.
Bir de maç bitimi tüm rakibinin ellerini sıkan bir teknik direktör vardı ortada...
Gol yemeyen, sabır ezberini geliştirmiş
Hoş geldin Beşiktaş...
Nerelerdeydin?
İlk haftanın
suçu olmaz!
Ama yanlışları olur...
Değişiklik için hamle yapan ve bu hamlesiyle oyununu geliştirmeye çalışan Uğur Tütüneker, Hamza Hamzaoğlu ve Ertuğrul Sağlam ders verdi.
Ersun Yanal, Mustafa Reşit Akçay, bir Norveçli ile bir Alman, daha doğrusu artık bizden biri dediğimiz Daum ise her değişikliğinde 'tavandan tabana' yolculandı ve sınıfta kaldı...
Çünkü...
Bir 'antrenör transferi' vardır ki; takımın oyununu geliştirmek için yapılır Holmen- Aykut Demir-Alper Potuk-Atiba Hutchinson-Tolga Zengin gibi...
Bir de 'başkan transferi' vardır ki, forma sattırmak veya taraftarın gazını alıp susturmak için yapılır; Krasic-Malouda-Bosingwa-Babel gibi...
Sen benim
kim olduğumu
biliyor musun?
Avrupa'da yarıştığımız birçok ülke, bir gün kendisiyle yüzleşip futbolunun tüm unsurlarını 'temize çekmek' konusunda çok başarılı olmuştur.
Şike-teşvik-bahis-doping ve ırkçılık konusunda her karşılaştığında ayrım yapmaksızın basmaktadır cezayı...
'Sen benim kim olduğumu biliyor musun' diye çıkışmak sadece bizim ülkemizde geçerlidir ama Avrupa futbolu kendini temize çekmeyi başarmıştır.
Biz ne yaptık?
Onların temize çekilmiş halini kopyaladık, çoğalttık ve uyguluyoruz; sanıyoruz...
S-ÖZ: BERNARD SHAW
'Yalancının cezası; kimsenin kendisine inanmayışı değil, asıl kendisinin
kimseye inanmamasıdır...'
Konya'nın sansasyonel galibiyeti,
Akhisar'ın hafta sonu liderliği, Fenerbahçe'nin perişanlığı sizleri asla yanıltmasın. Eylül sonundaki puan cetvelini önünüze
koyun ve bu satırları hatırlayın...