İSRAİL’LE NORMALLEŞMENİN ŞARTLARI

A -
A +
Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme için hazırlıkların son aşamada olduğu bir süredir dillendiriliyor. Yine de, ilişkilerin 2009 öncesindeki seviyesine birdenbire çıkması mümkün gözükmüyor. Evvela tarihteki örneklere bir göz atalım. Ardından da, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir sayfanın hangi şartlarda açılabileceğini değerlendirelim.
1949’da Türkiye’nin İsrail’i diplomatik olarak tanımasıyla başlayan resmî ilişkiler ilk büyük krizini 1956’daki Süveyş Kanalı krizinde yaşadı. İsrail Mısır’a saldırınca, Türkiye Ankara’daki İsrail elçisinin ülkeyi terk etmesini istedi. Tel Aviv’deki elçisini de geri çekti. Fakat 1958’deki Irak darbesinden sonra İsrail Başbakanı David Ben Gurion ile Başbakan Adnan Menderes arasında -kamuoyunda çok da bilinmeyen- bir mektuplaşma yaşandı. İki ülkenin Arap Dünyasındaki gelişmelere aslında aynı mercekten baktığının ifade edildiği bu yazışmalardan sonra yıllarca gizli kalan çok önemli bir adım atıldı. İsrail Başbakanı Ben Gurion ile Dışişleri Bakanı Golda Meir gizlice Türkiye’ye geldiler. Menderes’le görüştüler. İki ülke arasında istihbarat alanında iş birliği öngören bir anlaşma yapıldı. Ben Gurion, İran ve Etiyopya’yı da kapsayan bu anlaşmaya hatıratında “Çevresel Pakt” adını vermektedir. 27 Mayıs darbesinden sonra yakınlaşmanın devam etmesiyle 1963’te diplomatik ilişkiler tekrar elçilik seviyesine çıkarıldı.
1967’deki "Altı Gün Savaşı"ndan sonra diplomatik ilişkilerde bir dizi kriz daha yaşandı. 1969’da Mescid-i Aksa’nın fanatik bir Hıristiyan tarafından kundaklanması ve 1973 Arap-İsrail Savaşı esnasında ikili ilişkiler giderek gerildi. Ama hiçbir zaman kopma noktasına gelmedi. Hatta 1 Ocak 1980’de diplomatik temsilcilik seviyesi büyükelçiliğe çıkarıldı. Fakat İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ettiğini açıklamasının ardından diplomatik ilişkiler Türkiye tarafından İkinci Katiplik seviyesine indirildi. İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgali ve 1987’de başlayan İntifada sebebiyle siyasi ilişkilerde herhangi bir iyileşme yaşanmadı. 1990-1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra, ABD’nin öncülüğünde Orta Doğu Barış Süreci başlatılınca, Türkiye Filistin ve İsrail’le diplomatik ilişkilerini eş zamanlı olarak yeniden büyükelçiliğe çıkarttı.
1996’da imzalanan Serbest Ticaret Alanı ve Askerî Eğitim İşbirliği anlaşmalarıyla birlikte Türkiye-İsrail ilişkilerinde 2009’daki Davos Zirvesi’ne kadar devam eden bir çeşitlenme ve gelişim süreci yaşandı. Turizmden eğitime, savunma sanayiinden ticarete kadar birçok alanda ikili ilişkilerin tarihinde hiç olmadığı kadar ileri noktalara gelindi.
31 Mayıs 2010’daki Mavi Marmara hadisesine kadar Türkiye-İsrail ilişkilerinin formülü -iki ülkede kimin iktidarda olduğundan bağımsız olarak- aşağıdaki gibiydi:
-İsrail’in, Filistinlilerle ve Arap komşularıyla ilişkilerinde gerilim veya çatışma yaşanırsa, Türkiye-İsrail ilişkileri kötüleşir;
-Türkiye ve İsrail Orta Doğu’da ortak tehditler algılarlarsa, ikili ilişkilerde yakınlaşma yaşanır;
-Ortak tehdit algısına, ortak çıkar algısı da eklenirse, ilişkiler ivme kazanır.
Bu formül tek bir cümleye indirgenerek, “Mavi Marmara hadisesi öncesinde, İsrail’in ve Türkiye’nin Arap dünyasıyla ilişkilerinin niteliği, ikili ilişkilerin seviyesini belirlemiştir” şeklinde özetlenebilir. Şayet Hafız Esad döneminde Suriye PKK’ya açık destek vermemiş olsaydı, Askerî Eğitim İşbirliği Anlaşması imzalanmazdı. İsrail 2008-2009 kışındaki Gazze operasyonunu yapmasaydı, Davos yaşanmazdı.
Fakat Mavi Marmara Hadisesi, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bu formülünü geçersiz kıldı. Çünkü ilişkiler ilk defa İsrail Araplara saldırdığı için değil, Türk vatandaşlarını öldürdüğü için bozuldu. Hâl böyle olunca da, daha önceki dönemlerde bozulan ilişkilerin yeniden canlanmasında müessir olan faktörlerin bu sefer tek başına geçerli olması mümkün değil. Yani yeniden şekillenen Orta Doğu’daki ortak tehdit algısı veya Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının sağlayabileceği ortak çıkar beklentisi Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme için yeterli olmaz.
İsrail yönetimi gerçekten de Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmak istiyorsa, Mavi Marmara mağdurlarının ve Türk milletinin kabul edebileceği bir çözüm teklifini sunmalıdır. Muhtemelen Türkiye daha önce ön şart olarak ileri sürdüğü “Gazze ablukasının tamamen kaldırılmasından”, “Gazze ablukasının hafifletilmesi” noktasına gelebilir. Ama katledilen Türk vatandaşları için İsrail’den beklentilerinden katiyen vazgeçmez.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.