Öldürme içgüdüsü (sevk-ı tabîî)

A -
A +
 
Târihin ilk cinâyeti, haset (kıskançlık) cinâyetidir. Hazret-i Âdem’in oğlu Kâbil, kardeşi Hâbil’i kıskançlık yüzünden katletmiştir. Dolayısıyla bu da tarihin ilk şehîd olma vak’asıdır. 
 
Kerbelâ olayı İslâm dünyâsını derinden sarsmıştır ve acısı hâlâ tâzeliğini devâm ettirmektedir.
 
“Sizin için kısasta hayat vardır.” (Sûre-i Bakara-179 )
 
 
Cinâyet birçok sebeplerle işlenebilir ve sû-i kastler de değişik sebeplerle yapılabilir. Bir insanın cebrî ve mâkul bir sebep yokken bir başkasını öldürmesi çok zordur.
Sağlıklı bir beyin cinâyet tasarlamaz. Âni gelişen bir cinnet hâli bu kategorinin dışındadır. Bir başkasını bilerek, tasarlayarak öldürmek için esas altyapı, beyinde saklıdır. Bu beyinler, nöro-biyolojik hastalığın, yâni beyin kimyâsının bozulmasının etkisindedirler. Bu tip insanlarda tamâmen tasarlanmış cinâyetlere şâhit oluruz. Yaptıklarının kötü olduğunu bilmeleri, onların bu fiillerdeki en önemli motivasyonlarıdır. Bunlar birbirine benzer tasarımlar olmakla birlikte her birine psiko-sosyal bir otopsi gerekmektedir. Psikolojik patolojide pişmanlık duygusu olmaz. Çocuklukta şiddet içinde büyüme, sevgi mahrûmiyeti, kendisini bir yere mensup hissetmemek sonucunda varlığının ispâtı çabasındaki şüphenin yansımasıyla egzistansiyalist (var olma) duygu sarmalında öldürme ön plâna çıkar. Beyin kimyâsını bozan alkol, uyuşturucu maddeler bu duyguları harekete geçirir. Her alkolik ve madde bağımlısı cinâyet işlemeye müsâit değildir. Eğer alt yapı hazırsa yâni nöro-biyolojik beyin hastalığı mevcutsa, madde veyâ alkol öldürme duygusunu kat kat artırır.
Kutsal değerler için, yâni farz olan cihat ve vatan müdâfâasının her şekliyle savaşmak, ölmek ve öldürmek şerefli, nefsini ve âile fertlerini mutlak tehlikeden korumak için öldürmek câiz ve lâzımdır.
Bir kişiyi taammüden yâni şuurlu bir şekilde öldürmeyi tasarlayan şahıs hasta bir beyine sâhip olduğu için, bu öldürme olayını def’alarca plânlayabilir... Öldürme bağımlılığı denen alışkanlık hâsıl olunca, genelde seri cinâyetler başlar. Yâni herhangi bir meşrû sebep yokken birini öldüren, bu işi devamlı yapabilir. Bu durumlarda mekân da önemli değildir. Hapishânede de rahatça insan öldürebilir. O hâlde bu cinâyet programlı robotların yaşamaları, insanlar için dâimâ tehlikelidir. Bu yüzden Yüce Rabb’imiz Kur’ân-ı kerîm’de bu konuda meâlen şöyle buyurmuştur:
“Ey îmân edenler! Öldürme vak’aları için size kısas hükmü farz kılındı.” (Sûre-i Bakara- 178)
“Sizin için kısasta hayat vardır.” ( Sûre-i Bakara-179 )
“Tevrat’ta onlara şöyle farz kıldık: Nefse karşılık nefs, göze göz, buruna burun, dişe diş… Yaralamalarında da kısas vardır.”  (Sûre-i Mâide- 45)
 
CİNÂYET VE SÛ-İ KAST ÇEŞİTLERİ
 
Cinâyet ve sû-i kast çeşitlerini kabaca şöylece tasnîf edebiliriz:
Dînî cinâyetler (cihat dışı, bâtıl ve fanatik olanlar), siyâsî cinâyetler, etnik (ırkî)  cinâyetler, cinnet cinâyetleri, alkol ve uyuşturucu cinâyetleri, kadına yönelik cinâyetler, pedofili (küçük çocuk sapkınlığı) cinâyetleri, terör amaçlı cinâyetler, mal mülk ve mîras cinâyetleri, kıskançlık cinâyetleri.
 
TÂRİHİN İLK CİNÂYETİ
 
Târihin ilk cinâyeti, haset (kıskançlık) cinâyetidir. Hazret-i Âdem’in oğlu Kâbil, kardeşi Hâbil’i kıskançlık yüzünden katletmiştir. Dolayısıyla bu da tarihin ilk şehîd olma vak’asıdır.  Kur’ân-ı kerîmde bu hâdise şöyle anlatılır: “Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini hakkıyla anlat. Hani birer kurban takdîm etmişlerdi de birisinin kabûl edilmiş birisinin kabûl edilmemişti. Kurbânı kabûl edilmeyen kardeş kıskançlık yüzünden ‘And olsun seni öldüreceğim’ dedi. Diğeri de, ‘Allâh ancak takvâ sâhiplerinden kabûl eder’ dedi. Sonra da ‘And olsun ki sen öldürmek için bana elini uzatsan bile ben sana seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Ben âlemlerin Rabb’i olan Allâh’tan korkarım’ dedi.” (Sûre-i Mâide 27-29)
 
DÎNÎ-SİYÂSÎ CİNÂYETLER
 
Hazret-i Ömer’in şehâdeti: Hazret-i Ebûbekir (radıyallâhü anh) hilâfeti kabûl edip etmeme husûsunda  bâzı Sahabe-i kirâm (radıyallâhü anhüm) ile Hazret-i Ömer ve  Hazret-i Ubeyde’yle de istişâre etti. Her ikisi de dedi ki: “Allâh’a and olsun ki sen sağken bu görevi üzerimize almayız; çünkü sen ilk muhâcirlerin en meziyetlisi, hicret sırasında mağarada bulunan iki kişiden birisi ve namaz kıldırmakta Resûlullâh’ın halîfesisin. Uzat elini sana biat edeceğiz diyerek ona doğru yürüdüler. Bu sırada Ensâr’dan Beşîr b. Sa’d hazretleri onlardan önce davranarak Ebûbekir Efendimize biat etti. Sonra başta Hazret-i Ali ve diğer Sahâbe-i kirâm efendilerimiz biat ettiler.  Zamanla Hazret-i Ebûbekir rahatsızlanıp namaza çıkamadı. Ağustos 634’ te vefâtının yaklaştığını anlayınca imâmeti Hazret-i Ömer Efendimize bırakmak istedi. Abdurrahmân b. Avf, Osman b. Affân, Saîd b. Zeyd, Useyd b. Hudayr  (radıyallâhü anhüm ecmaîn) gibi seçkin sahâbelerle bu konuyu istişâre etti. Sonra Hazret-i Osman’a bir ahidnâme yazdırıp mühürledi. Bilâhare yanına Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman’ı (radıyallâhü anhümâ) alarak Mescid-i Nebevî’deki Eshâb-ı kirâm’a şöyle hitâb etti: “Sizin için halîfe seçtiğim kişiye râzî olur musunuz? Bir yakınımı ta’yîn etmedim. Allâh’a and olsun ki bütün gücümle düşündüm ve sonuçta Ömer b. Hattâb’ı uygun buldum. Onu dinleyin ve ona itâat edin” buyurdu. Orada bulunanların hepsi duyduk ve itâat ettik dediler.
Hazret-i Ömer Efendimiz ihtilâfsız bir şekilde on yıldan fazla adâletle ve tam bir liyâkatle görev yaptı. Bir gün mescitte namaz kıldırırken Ebû Lü’lü Fîrûz e’n-Nihâvendî tarafından hançerlendi. O mübârek hançerlendiğini duymadı. Çünkü namazın hakîkatine ermiş cennetle müjdelenmiş on zâttan birisi idi. Hattâ Fîrûz aleyhilla’ne bir ara hançerlediği konusunda şüpheye düştü. Sonra o mübârek sahâbîyi yatırdılar. Yerine oğlu Abdullâh’ı halef bırakmasını söyleyenlere “Bir evden bir kurban yeter” diyerek reddetti. Sonra Aşere-i mübeşşere’den hayatta olan altı kişiyi  (Hazret-i Osman, Hazret-i Alî, Abdurrahmân b. Avf, Sa’ad ibn Ebî Vakkâs,Talha b. Ubeydullâh, Zübeyr b. Avvâm rahmetullâhi te’âlâ aleyhim ecmaîn) işâret edip, “Aranızdan birini seçin” dedi; oğlu Abdullâh’ı da gözlemci olarak görevlendirdi.
Hazret-i Ömer’in vefâtı üzerine Mikdad b. Esved hazretleri hey’et reisi seçildi. Sonra da sırasıyla Abdurrahmân b. Avf, Saad b. Ebî Vakkâs ve Zübeyr b. Avvâm hazerâtı adaylıktan çekildiler. Abdurrahmân b. Avf, Medineli Muhâcirleri, Ensâr’ın ileri gelenlerini, ordu kumandanlarını, şehre dışarıdan gelenleri ayrı ayrı toplayıp hepsiyle görüştü.  Sonra Hazret-i Osman ve Hazret-i Alî Efendilerimizi çağırıp ayrı ayrı görüştü. Onlara Allâh’ın Kitabı’na ve Resûlullâh Efendimiz’in sünnetine uyup uymayacaklarını ve daha önceki halîfelerin yolundan gidip gitmeyeceklerini sorduğunda Hazret-i Alî “Gücümün ve bilgimin yettiği kadar” dedi. Hazret-i Osman hiç düşünmeden ve tereddütsüz “Evet!” dediği için hey’et üyeleri Hazret-i Osman’ı halîfe seçtiler.
Hazret-i Osman on iki yıl süren hilâfeti sırasında dirâyet ve mülâyemetle herkesin  güvenini ve sevgisini kazandı. Halîfeliğinin son yıllarında ortaya çıkan karışıklıkların ardından Kûfe, Basra ve Mısır’dan Medine’ye gelerek günlerce evini kuşatan isyancılar, bu ahlâk abidesi ve hilm sâhibi olan sahâbeyi, Kur’ân-ı kerîm okurken şehîd ettiler.
Hazret-i Osman kendisinden sonra yerine geçecek halefini belirtmemişti. Muhâcir ve Ensâr hazerâtı Hazret-i Alî’yi halîfe yapmak istiyordu. Hazret-i Alî evvelâ bu teklîfe evet demedi. Onlar da Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr’ teklîf ettiler. Bu iki sahâbe Hazret-i Alî’ye “ Sen varken senin önüne geçmeyiz” deyince Hazret-i Alî teklîfe evet dedi… 
Sonra İbn Mülcem adlı bir Hâricî mübârek halîfeyi ağır yaraladı.  Hazret-i Alî Efendimiz de kendisinde sonra bir halîfeyi işâret etmemişti. Ona bir halîfe işâret etmesini söyleyenlere: “Hayır, sizi Resûlullâh’ın bıraktığı hâlde bırakıyorum. Allâhü te’âlâ sizi Resûlullâh’ın vefâtından sonra birleştirdiği gibi birleştirir”, oğlu Hazret-i Hasan’ı teklîf ettiklerinde ise, “Bunu size ne tavsiye ne de reddederim; siz daha iyi bilirsiniz” dedi.
Burada üç halîfenin de şehîd edilmesi, onların mübârek Peygamberimizin en yakınları ve Ebûbekri’s-sıddîk Efendimizle birlikte dört seçkin dost (Cihâr yâr-i güzîn) olmalarının yanında, Aşere-i Mübeşşere’nin içinde yer almaları, Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer’in şeyhayn (iki kayınpeder) ve Hazret-i Osman’la Hazret-i Alî’nin de hateneyn (iki dâmat) olarak bu dünyâda bir fâninin kazanacağı en yüce rütbeleri almaları, bir de üçünün şehâdetiyle irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemeleri  (cennete göç etmeleri) ne kadar üstün olduklarının delîlidir. Bir Müslüman’ın bunların tafdîl ve hilâfet sıralarını tartışmaları abestir. Şeyhayn hakkında levm ve şetmetmek (ağır konuşmak)  küfre kadar varır. O hâlde Ehl-i Sünnet’in şiârı bu dört mübârek halîfeyi çok sevmek ve onları Risâletpenâh Efendimizin vedîası (emâneti) olarak bilmek lâzımdır.
Bâzı çevrelerce dillendirilen hilâfet seçimlerinde adam kayırma, soy sop iltizâmları (birinin tarafını tutmak, tercîh etmek) hiç olmamış, hattâ bu mübârek halîfeler bu teklîfleri reddetmişlerdir. Onlarda yüksek Sahâbe şuuru vardı. Hepsi seçilenlere hemen biat edip çalışmalarında kendi işleriymiş gibi yardımcı oldular. Onlarda bu makam, Hilâfet-i Resûlullâh olduğu için dâimâ Efendimize yakışan bir ahlâk-ı hamîde  (övülmüş ahlâk) ve haslet-i cemîle (güzel huy) sâhibi olduklarını gösterdiler ve işlerine nefsin zerresini bile karıştırmadılar (radıyallâhü te’âlâ anhüm ecmaîn).
               ***
Kerbelâ vak’ası ve Hazret-i Hüseyin Efendi’mizin şehâdeti: Hazret-i Hasan’ın şehâdetinden sonra Hazret-i Muâviye (radıyallâhü anh) da vefât edince, Hazret-i Hüseyin Efendimiz, Yezid’in halifeliğinde ona biat etmedi. Kûfeliler onu ısrarla çağırıp kendisine biat edeceklerini bildirdiler. İbn Ömer, İbn Abbâs ve daha birçok Sahâbe onun Kûfe’ye gitmesini istemedilerse de o, bu nasîhatleri dinlemeyip yola çıktı. Şam’da bulunan Yezîd bunu haber alınca Irak Vâlîsi Ubeydullâh b. Ziyâd’a “Onu Kûfe’ye sokma!” dedi. Hazret-i Hüseyin bu uyarıyı dinlemeyip harbi tercîh etti. Su yollarını kesip onu susuzlukla tehdît ettiler. Yanında bulunan 72 kişiyle şehîd oluncaya kadar savaşa devâm etti. Muharrem ayının 10. günü Enes Nehâî, Kerbelâ’da onu şehid etti. Kadınların da şehîd edildiği bu olayda Hazret-i Hüseyin Efendimizin oğlu Hazret-i Zeynelâbidîn küçük olduğu için öldürülmedi. Hazret-i Hüseyin’in mübârek başı Mısır’da Karâfe Kabristanına defnedildi. (Türkiye Rehber Ansiklopedisi, c. 7, s. 351-352 İst.)
Kerbelâ olayı İslâm dünyâsını derinden sarsmıştır ve acısı hâlâ tâzeliğini devâm ettirmektedir. Sebep her ne olursa olsun Efendimizin torunu, Ehl-i Beyt’in seçkini Hazret-i Alî Efendi’mizin mübârek evlâdını öldürmeyi hiçbir vicdân kabûl etmez, hiçbir geçerli sebep bu olayı tasvîp ettiremez. Üç mübârek Halîfe’nin şehâdet halkasının da eklenmesi çok mânîdârdır…
Bu hâdisenin üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen her Müslümân bu acıyı hiç unutmamıştır. Tabîî ki buna çok ama çok üzülmek İslâm dünyâsı için kaçınılmazdır. Fakat dînimizde mâtem tutmak yoktur. Hele bunu ritüel hâline getirip her yıl dramatize etmek uygun değildir.
666 senesinde  Medine’de  doğmuş olan Zeynelâbidîn hazretleri de şehâdet geleneğini devâm ettirip 712’de  yine Medîne’de şehîd edilmiştir. Lakâbı Seccâc  (çağlayarak akan, çağlayan) ve Zeynelâbidîn’dir (âbidlerin süsü). Kerbelâ vak’asında bu mübârek 15 yaşında idi. Medine’ye gönderildi.
Abdülmelik b. Mervân Haccâc’a bir mektup göndererek “Abdülmuttalib oğullarını öldürmekten çok sakın, onlara iyi muâmele et” demiştir. Bu hâdiseden çıkarılması gereken en mühim ders de şudur: Kerbelâ vaka’sında eğer bu evlâd-ı Resûl şehîd olsaydı bu koldan gelen 12 İmâm’ın ışıklarından Muhammed Bâkır hazretleri de dünyâya gelmeyecekti. Rabb’imiz bu mübârek “siyâdet” (seyyidlik) olayının kesilmesine elbette müsâade etmeyecekti. Öyle de olmuş ve bütün İslâm âleminin nurlu yüzleri, gerek Hazret-i Hasan’dan dünyâyı teşrîf eden “Şerîfler”, gerekse Hüseyin Efendimiz’in soyundan gelen “Seyyidler” bütün Müslümânların gözlerinin nûru olmuştur. Zeynelâbidin hazretlerini evlâd-ı Resûl’e çok saygı duyan Abdülmelik’in oğlu Velid zehirlettirerek  şehîd ettirmiştir.
 
OSMANLIYI ŞEREFLİ KILAN SEBEP…
 
Osmanlı devletini yıllarca zaferden zafere koşturup şerefli kılan sebeplerin başında hiç şüphesiz, Evlâd-ı Resûl’e olan bağlılığı ve onlara karşı fart-ı muhabbetleri (aşırı sevgi) olmuştur. Onlara ömürleri boyunca devlet hazînesinden maaş bağlanarak insanlara muhtâc olmaları önlenmiştir.
O hâlde kim ki Evlâd-ı Resûl’e muhabbet ve samîmiyetle gönlünü bağlarsa, Allâhü te’âlâ onu bu dünyâda azîz, ahirette de Efendimizin “Râyet”i altında cem’ eder. Çünkü onları seven Resûlullâh Efendimiz’i sever, onlara buğz eden, hafazanallâh Fahr-i kâinat Efendi’mize buğz etmiş olur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.