Bu zât anlatıyor ki, (Gençliğimde bir sene, Henüz başlamamıştım, ben ilim tahsiline. Bir gün çok acıkmıştım, yiyecek yoktu fakat, Öyle ki, vücudumda kalmadı güç ve takat. Diclenin kenarına, giderek girdim suya, "Açlığım, su içinde hafifler" dedim güya. Lâkin hiç faidesi olmadı, çıktım sudan, Ve gördüm az ilerde, çok kimseler çalışan. Vardım ki, herbirinin ellerinde bir tokmak, Pirinç dövüyorlardı, onlar ile vurarak. Dedim ki; (Çalıştırın, beni de ücret ile) Dediler; (Ellerini görelim önce hele.) Gösterdim, dediler ki; (Evlat, bakma kusura, Ancak kalem tutmaya layıktır bu el zîra.) Ve bana, altın dolu bir kese uzattılar, (Git, ilim tahsil eyle) deyip uğurladılar. O andan itibaren, ilim tahsili için, Büyük bir arzu ile, adeta yandı içim. Başladım bir hevesle, din ilmi tahsiline, Tamamen vakıf oldum, ilimlerin hepsine. İşte bu büyük zatın huzuruna bir zaman, Gelmişti üç Yahudi, ve üç de Hıristiyan. Onlara süt getirip, dua etti hem dahi, "Hidayet nasib eyle, bunlara yâ ilâhi" O sütten birer yudum alınca birden onlar, Şehâdeti okuyup, hep Müslüman oldular.) Biri de anlatır ki, (Bir gün Sühreverdi''yle, Çarşıda dolaşırdık bir iş vesilesiyle. Bir kasap dükkanının önünde durdu biraz, Ne için durduğunu, suâlen eyledim arz. Bir eti göstererek, buyurdu; "Bak kardeşim, Şu gördüğün et var ya, bana der ki, ben leşim." Kasap bunu duyunca, bayılıp düştü hemen, Ayılınca dedi ki; "O, leşti hakikaten." Yeğeni Şihabüddin Ömer-i Sühreverdi, Der ki, (Bir gün, amcamın yanına biri geldi. Bir buzağı var idi, hem de beraberinde. Bağladı o hayvanı, amcamların evinde. Dedi ki; "Ey efendim, kabul buyurursanız, Size nezr eylemiştim, bu hayvanı alınız." Amcam bir buzağıya, bir de baktı adama, Buyurdu; "Nezr ettiğin, bu hayvan değil ama." Adam şaşkın bir halde, amcama bakardı ki, O sırada koşarak, geldi bir kimse dahi. Başka bir buzağıyla, gelerek o kişi de, Dedi; "Bir karışıklık hasıl oldu bu işte. Nezr edilen buzağı, o değil, işte budur, O hayvan başkasının, yanlışlık etti zuhur."

