Anadolu velîlerinden Yûsüf Sinan Efendi zamânında bir genç, köyünden çıkıp geldi bu zâtın dergâhına.
Ve başladı derse.
Çok sevdi bu zâtı.
Yûsüf Sinan Efendi, onun bu hâlis sevgisini gördü. Ve kendi tesbîhini ona hediye etti.
Ancak ne hikmettir bilinmez, köyünde davarları ölmeye, sulu tarlaları kurumaya başladı gencin.
Bozuldu işleri.
Şeytan vesvese verip; “Bu dergâh uğursuzluk getirdi sana. Ayrıl git buradan” dedi.
Genç, şeytana aldandı.
Aldığı tesbîhi iâde etti.
Ve döndü köyüne...
Aradan otuz sene geçti... Bir gün bu büyük velî, mihraba geçmiş, namaza duracaktı ki, boşluğa doğru bir yumruk sallayıp, sonra namaza durdu...
Ancak bu hâl, ön saftaki talebenin garibine gitti ve sordular:
“Hocam, neydi o hâl?”
Buyurdu ki:
“Otuz yıl önce, bizden tesbîh alıp da sonra iâde eden bir genç vardı ya. İşte o, az önce ölüm hâlindeydi ve şeytan, îmânını çalmak istiyordu. Allah'ın izniyle yetişip kovduk şeytanı. Elhamdülillah îmânla göçtü dünyâdan.
Gençler;
“Ama o, sizin kıymetinizi bilmemişti” dediler.
Büyük zât;
“Olsun. Üç gün de olsa, bizi sevmişti ya. İşte o sevgisinin hürmetine kurtuldu bu tehlikeden” buyurdu.
Abdüllatif Uyan'ın önceki yazıları...