Alaaddîn-i Attâr hazretlerinin babası, çok “zengin” biriydi Buhâra'da. Öldüğünde çok mal ve para bırakmıştı.
Ama Alaaddîn, hiçbir şey almadı o mallardan.
Gidip Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine talebe oldu.
Ne yorganı vardı odacığında, ne de yatağı.
O, bütün dikkatini derslerine vermişti.
Hocası, onun kalbindeki cevheri gördü. Ve hanımına;
“Kızımız büluğa erince, haber ver” buyurdu.
Haber alınca Alâeddîn'in odasına gitti doğruca.
O an Alaaddîn, bir hasırın üstünde ders çalışıyordu.
Hocasını görünce, fırladı ayağa.
Mübârek içeri girip, etrâfa şöyle bir baktı. Bir kırık testisi vardı odanın köşesinde. Bir de tuğlası.
Ona buyurdu ki:
“Sana bir teklîfim var”
“Buyurun hocam, emredin.”
“Kabul edersen, seni kızımla evlendirmek istiyorum, ne dersin?”
Alaaddîn şaşırdı!
Ve cevâben;
“Bu, bana çok büyük bir lütuf olur, ancak hiç dünyâlığım yok efendim” diye arz etti.
Hacası da;
“Biliyorum evlâdım, ama evlenmek için dünyâlık şart değil ki. Rızkınıza gelince, Allahü teâlâ rızka kefîldir” buyurdu.
Ve düğünleri olup evlendiler.
Abdüllatif Uyan'ın önceki yazıları...