Bir bedevî (câhil köylü), Medîne'de hazret-i Alî'yi radıyallahü anh görünce yanına yaklaşıp;
- Ey halîfe! Ebû Bekir Cennete mi gitti, yoksa Cehenneme mi? diye sordu.
Bunu işitince kan beynine sıçradı Halîfenin.
Köylüye dönüp;
- Bu nasıl sual? Keşke annen seni doğurmasaydı, buyurdu.
Ancak kastı yoktu köylünün.
Câhilliğinden böyle sormuştu.
Halîfe de bunu anlayınca yumuşayıp;
- Sen, Onun ne büyük bir zat olduğunu bilmiyor musun? buyurdu.
- Bilmiyorum ey halîfe.
- Peki, Onun sayısız meziyetlerinden birini olsun duymadın mı?
- Vallahi duymadım.
- Dinle öyleyse, buyurdu.
Ve şöyle anlattı:
O, Resûlullahın hayatında iken vezîri, vefatından sonra da halîfesiydi. Peygamber Efendimiz Onu baba yerinde tutardı. Allahın Resûlüne, hepimizden çok O yakındı. Cennette bir karışlık yer yoktur ki, Onun nûruyla aydınlanmamış olsun.
Bir gün beni çağırıp;
- Ey gözümün nûru, vefatım yaklaştı. Ölürsem, cenazemi sen yıka, sonra Ravda-i mübarekenin kapısına götür ve; yâ Resûlallah! Ebû Bekir kapıdadır, içeri girmek için izin istiyor! diye seslen. Kapı açılırsa, beni Resûlullahın yanına defnet. Açılmazsa, Bakî Kabristanına götür, diye ricâ etti.
Vasiyeti mucibince kendisini tabuta koyup, Ravda-i mübarekenin kapısına götürdüm ve dediği gibi seslendim. Kapı, kendiliğinden açıldı. Ve gaipten; sevgiliyi Sevgiliye kavuşturun! diye bir ses işitildi. Vasiyeti üzere kendisini Resûlullahın arkasına defnettik.
Köylü mahcuptu.
Halîfenin elini öperek ayrıldı.
Giderken ağlıyordu...
> www.gonulsultanlari.com Tel: (0 212) 454 38 10 www.siirlerlemenkibeler.com

