Hasan Feyzî Efendi, Denizli’de yaşıyan bir Allah dostudur.
Bir gün bu zâta sordular:
“Bu gece nasıl sabahladınız?”
Başladı ağlamaya!
Sonra onlara dönüp;
“Ölümü unutmuş, günahı da çok olan bir kimsenin hâli nasıl olur? Ömrümüz azalıyor, günahımız artıyor. Âkıbet Cennet midir, Cehennem mi? O da belli değil. Bu hâlde olan bir insan ağlamasın da ne yapsın?” buyurdu.
Bu zâtı, bir eve çağırdılar.
Kalkıp gitti o eve.
Gördü ki bir hasta var.
Ve ölmek üzere.
Yakınları; “Hocam, hastamıza kelime-i şehâdeti telkîn edin, biz bir türlü söyletemedik” dediler.
Mübârek yanaştı hastaya.
“Haydi, Allah de!”
“Lâ ilâhe illallah de!”
Ancak hasta, cevap vermedi.
Isrâr edince, gözlerini açıp;
“Diyemiyorum ısrâr etmeyin” dedi.
Ve o hâliyle öldü.
Büyük velî sordu yakınlarına:
“Önceki hayatı nasıldı?”
“Her gün şarap içerdi.”
“Namaz kılar mıydı?”
“Hayır.”
“Tövbe eder miydi?”
“Maalesef.”
Başını eğip; “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz!” diye mırıldandı kendi kendine.