Nüfus açısından dünyada 18. sırayız. 86 milyon nüfusla 194 ülke arasında.
Ama küresel ve ulusal ölçekte uygulanan;
Yapay korkularına teslim olduk.
Aile fertlerinin sayısını çok azalttık. Çocuk yapmama sevdasına düştük. Ya da bir çocukla sınırladık. Ekonomik gerekçeleri bahane göstererek, yaşantımızdan hiç taviz vermeyerek, fedakârlıklardan kaçmayı yeğ tutarak!
Peki bugün hangi noktadayız?
İçler acısı bir tablo ile karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hassasiyetine, en az 3 çocuk sahibi olunmasını istemesine rağmen;
Doğurganlık oranımız ortalamanın çok altında.
Beka sorunu geldi kapımıza dayandı!
***
İktidar, bu yılı "Aile Yılı" ilan etti.
Nüfus artışını teşvik etmek için… Aileyi korumak, büyütmek için her türlü imkânı sağladı; manevi ve maddi açılardan…
Lakin pek bir şey değişmedi gibi.
Zira artık umursamaz olduk.
Vurdumduymazlık hoşumuza gidiyor.
Rakamlar verip kafanızı şişirmek istemem.
Ama bazı gerçekleri de aktarmak zorundayım.
“Aile ve Nüfus 10 Yılı” Sempozyumundan yararlanarak… Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’tan alıntılarla…
Şu an itibarıyla karşılaştırmalara göre;
Yaşlı nüfusa sahip bir ülkeyiz. Böyle devam ederse 20 yıl içinde mevcutta yüzde 10,6 olan yaşlı oranımız, 20 yıl sonra yüzde 20’nin üzerine çıkacak.
Genç nüfusumuz da bu oranlarda azalacak. Tersine yönelim sel gibi akıp gidecek. 1990’larda hane başına 5 kişi düşüyordu. Maalesef şimdilerde 3’lere kadar geriledi. Tek kişilik haneler ise yüzde 20’lere ulaştı.
Bu oranın artma sebebi de:
Bireyselleşmek, yalnızlaşmak, tek yaşamak, sosyal mecralara aşırı bağımlılık.
Şöyle geçmişe doğru yol aldığımızda…
Bu hâle gelmemizin sebeplerini de görebiliriz:
Uluslararası kirli organizasyonların desteği ile "Aile Planlaması" adı altında kasıtlı/sinsi çalışmalar yapılması… Nüfusun artmasının kalkınmaya, refaha engel olacağı yalanının işlenmesi, en fazla 2 çocuk fikrinin idealleştirilmesi, özellikle de 1960 darbesinde bu uygulamaların "Devlet Politikası" hâline getirilmesi, 1980 darbesinden itibaren de iyice yaygınlaştırılması. En önemlisi de sezaryen doğumun teşvik edilmesiyle bir daha hamile kalma işlevinin engellenmesi...
Gidişat böyle devam ettiği takdirde:
Vahim bir sonuç bizi bekliyor! 2050’lerde nüfusumuz 94 milyona çıkacak. Sonrasında da azalma başlayacak ve 2100’lerde 77 milyona düşeceğiz. Hiçbir zaman 100 milyona ulaşamayacağız!..
***
Dünyadaki gelişmelere de birazcık göz atalım:
Çin’in 40 yıl sonra tek çocuktan vazgeçmesi üç çocuk yapılmasına öncülük etmesi, Rusya ve Fransa’nın güçlü nüfusa sahip olma çabası... Macaristan’ın vergi düzenlemesiyle aileyi korumaya alması... İtalya ve Singapur’un aile destek programları uygulaması…
Bütün bunlar bize şunu gösteriyor:
Doğurganlık, küresel ölçekte stratejik bir öncelik hâline geldi. Gelecek aile yapısını koruyabilen, nüfusunu sürdürülebilen ülkelerin olacak. Değişen dünyanın dinamiklerini iyi okumak zorundayız.
Gelelim sadede:
Yani… Topyekûn "seferberlik" bizi bekliyor!..
GÖREN GÖZ, İŞİTEN KULAK
Türkiye sık sık afetlerle yüz yüze gelen bir ülke; depremle, heyelanla, sellerle hep iç içeyiz. Bunlar tahrip ettiğimiz yerkürenin bir gerçeği. Allah göstermesin böyle felaketler olduğunda;
Medya olarak:
Kamuoyunu bilgilendirmek bizim görevimiz. Aksaklıkları, eksiklikleri dile getirmek… Her şeyden önemlisi de doğruları yazmak.
Hatırlayacaksınız 6 Şubat asrın depreminde Hatay’da, “Baraj patladı” yalanı, toplumumuzu kaosa sürüklemişti. Sonradan algı operasyonu olduğu anlaşılmıştı.
Peki kamuoyuna doğruyu nasıl aktaracağız?
Tabii ki devlet kanalından gelen bilgilerle…
Tatmin edici, hızla ulaştırılan argümanlarla...
Bu meseleye neden girdiğimize gelince:
Afet Haberciliği panelinden dolayı... Panele katılan medya mensupları;
Yaşadıkları, duygulandıkları olayları anlattılar.
Açılışını ise;
İletişim Başkanı Prof. Dr. Burhanettin Duran ile AFAD Başkanı Ali Hamza Pehlivan yaptı.
Burhanettin Hoca Afet Haberciliğinin;
Sadece bir gazeteci pratiği değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı, Kamu düzenli Devlet iletişimiyle, can güvenliğini ilgilendiren bir uzmanlık alanı olduğunu… Bu yönüyle de büyük hassasiyet taşıdığını söyledi.
Bilgiye ulaşmanın kolay olduğunu hatırlatırken de gerçekle sahte bilgiyi ayırt etmenin zorlaştığına vurguladı.
Yapay zekâyla birlikte;
Dezenformasyon, yalan ve yer altı haberlerin, kurgusal içeriklerin çok hızlı yayıldığına dikkat çekti.
Bize düşen en önemli husus ise…
Saptırmadan, yanıltmadan, hedef göstermeden habercilik yapmak, doğru bilgileri aktarmak, iftira ve hakaretlerle hareket etmemek. Ve de bu gibi hâllerde kolaylık gösterilmesini beklemek...
HER İŞİN BAŞI
Bu sözü son dönemlerde çok duyar olduk... Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulmasıyla birlikte.
Aksakal, Aksakallı, Aksakallılar…
Geleneğimizde mevcut olan bir kavram aslında…
İlk Türk devletinden bu yana kullanılıyor. Ama günümüzde ikincil anlamı önde artık. Daha önceleri devleti yönetenler akla gelirdi. Şimdi ise yönetimle halk arasında köprü kuranlar…
Eski Başbakanlardan Binali Yıldırım da bir Aksakal...
Hem de Aksakallar Konseyinin başkanı…
Dilerseniz onun ağzından aktaralım bundan sonrasını:
Aksakalların görevi:
“Vatandaşların beklentisini yönetimlere aktarmak. Yönetimlerin mesajlarını halka ulaştırmak. Evlilikleri teşvik etmek. Susuzluk, altyapı/ulaşım yetersizliğini idareye bildirmek. Memnuniyeti ya da hoşnutsuzluğu dile getirmek… İşin özünde yatan tek şey var: Millet-devlet kaynaşmasını sağlamak.”
Binali Beye göre:
"Milleti yücelt ki devlet yücelsin” kavramı, Aksakalların sahadaki çalışmasını simgeliyor... Memur olmadıkları için rahat hareket edebiliyorlar. Meseleleri çekinmeden dile getirebiliyorlar...
Akif Bülbül'ün önceki yazıları...