Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Özetle Dinle
Kaydet
Köse Yazilari 1 saat önce
Modern insanın zamanla kurduğu bozuk ilişki ve genel karamsarlığa çözüm olarak, anı yaşamanın ("ibnü'l-vakt" / "mindfulness") ve bireysel iyimserliğin içsel huzur, verimlilik ve toplumsal iyileşme için kritik önemi vurgulanmaktadır.
  • Modern insan, zamanı iyi yönetememekten ve anı yaşayamamaktan şikayetçidir; bu durum, zamanla kurulan ilişkinin bozukluğundan kaynaklanır.
  • Tasavvuftaki "ibnü'l-vakt" (vaktin çocuğu olmak) veya modern psikolojideki "mindfulness" kavramı, geçmişin yükünden ve geleceğin kaygısından arınarak içinde bulunulan anı hakkıyla yaşamayı ifade eder.
  • Anı yaşamak, stresi azaltır, verimliliği artırır, içsel huzur sağlar ve zamanı bir tüketim aracı değil, anlam katılması gereken bir emanet olarak görmeyi öğretir.
  • Toplumsal olumsuzluklara ve karamsarlığa karşı bireysel olarak iyimser olmak, tebessüm etmek ve çevresine olumlu enerji yaymak önemlidir.
  • Kişinin kendi içsel durumunu ve davranışlarını iyileştirmesi, hem kendi yaşam kalitesini artırır hem de çevresine pozitif bir etki yaratır.
  • Gerçek mutluluk, bencil yaklaşımlardan uzaklaşıp insanca ilişkiler kurarak ve zamana hükmetmek yerine ona anlam katarak elde edilir.
Türkiye Gazetesi
Bütün suçu başkalarında düşünüyoruz ama...
0:00 0:00
1x
a- | +A

Geçen bir öğretmenin anlattığı küçük bir anekdot aklımda kaldı. Uzaktan eğitimin yapıldığı günlerde birinci sınıf öğrencisine soruyor öğretmen:

“Evladım, neden ödevini yapmadın?”

Çocuğun cevabı düşündürücü:

“Öğretmenim, vakit bulamadım.”

Aslında bu söz sadece bir çocuğun bahanesi değil; modern insanlığın ortak feryadı… Kimse vakit bulamıyor. Herkesin bir koşturması, bir aceleciliği, bir yetişememe hâli var. Aileye, dostluğa, kendimize ayıracak zamanımızın kalmadığından yakınıyoruz; sonra da bütün suçun zamanda ya da başkalarında olduğunu düşünüyoruz.

Oysa mesele çoğu zaman “zamanın azlığı” değil “zamanla kurduğumuz ilişki”nin bozukluğu… Hayatımın zor dönemlerinden birinde, yıllar önce bir hocam bana şöyle demişti:

“Namazını aksatma ve ibnü’l-vakt olmaya dikkat et!” İlk duyduğumda anlamamıştım. Tasavvuf ehlinin bu derin kavramı zihnimde ancak yıllar sonra yerine oturdu: İbnü’l-vakt, yani vaktin çocuğu olmak…

Ne geçmişin yüküyle ezilmek ne de geleceğin kaygısına saplanıp kalmak. Sadece içinde bulunduğun anı hakkıyla yaşamak. Bugün anlıyorum ki, bu söz bir nasihat değil; modern hayatın karmaşasına karşı verilmiş bir reçeteymiş. Tasavvufta zaman, insanın üzerine yürüyen bir nehir değildir; insanın işleyip anlam kazandırdığı bir emanettir. Bu yüzden tasavvuf büyükleri talebelerini ibnü’l-vakt olmaya yönlendirir. Çünkü insan anın kıymetini bilince hayatın yükü hafifler. Geçmişin pişmanlığı, geleceğin belirsizliği değil; bugünün fırsatı önem kazanır.

Bugün modern psikolojinin “mindfulness” dediği şey, aslında asırlardır tasavvufta “ibnü’l-vakt” olarak yaşıyor...

Anda kalmak, anın hakkını vermek, zihni dağıtan gürültüleri susturmak… Zamanın kıymetini bilmek sadece bir duygu meselesi değildir; büyükler bunun bir hayat disiplinine dönüşmesi gerektiğini söyler. Belki de asıl problemimiz tam burada başlıyor:

Zamanı bir servet gibi değil sıradan bir tüketim aracı gibi görmek… İbnü’l-vakt olmanın modern hayata katkısı büyük. İnsan stresini azaltıyor, sorumluluklarını daha net görüyor, verimliliği artıyor, içsel huzur buluyor. Çünkü zihnin sürekli geçmişte veya gelecekte dolaşması insana ağırlık yüklüyor. Oysa anın değerini bilen kişi, yüklerinden arınıyor.

Atalarımızın “Boş adamı şeytan doldurur” sözü de aslında buna işaret etmiyor mu? Boş kalan vakit, boş kalan zihin, boş kalan kalp… Hepsi bir başka sıkıntının kapısını aralıyor. Sonuç olarak; zaman bize değil, biz zamana yön verdiğimizde hayat kolaylaşıyor. Zamanın insana hükmettiği değil, insanın zamana anlam kattığı bir hayat mümkün.

Anı yaşamak bir lüks değil, bir bilinç hâlidir. Söyleyebileceğim tek cümle şudur: Zamanın değil, anın adamı olun. Çünkü vakit geçer, ama anın değeri kalır.

Selman Devecioğlu

Her şeye rağmen ümitvar olmak mümkün mü?

“Feridun Ağabey, her gün bir öncekinden daha olumsuz olabilir mi? Haberlerde bize mi hep olumsuz şeyler gösteriyorlar, yoksa gerçekten toplumda bir sıkıntı mı var? Neden herkes öfkeli, neden trafikte sürekli kavga yaşanıyor? Neden ilköğretim okullarında bile akran zorbalığı almış başını gidiyor. Her şeye rağmen yine de nasıl ümitvar olacağız” diyen İstanbul’dan Ömer Akdeniz isimli değerli okuyucumuz her şeye rağmen ümitvar olabilir miyiz? Evet. Çünkü iyilik isteyen ve bekleyen önce kendisi iyi olarak bu işe başlamalı. İyimser olmak olumlu düşünmektir. Bu hem kendinizi mutlu eder hem karşınızdakinin size olumlu bakmasına yarar. Bunu kendi kendinize test edebilirsiniz. Bir gün sabahtan akşama kadar hep iyimser olun. Çözemediğiniz dertleriniz varsa bile içinizde tutarak rol gereği de olsa tebessüm edin. Evde sabah kahvaltısında ev halkına gülümseyin ve onların gününü kutlayın. İşe veya okula giderken servisteki arkadaşlarınızı mutlu bir çehreyle selamlayın. İşte veya okuldaki karşılaştıklarınıza tebessümlü bir merhabayla başlangıç yapın… Bu olumlu tavrınızı o gün akşama kadar sürdürün. Bir gün iki gün göreceksiniz gününüz artık daha verimli ve daha rahat geçecektir. Artık daha az yorulduğunuzu belki hiç yorulmadığınızı hissedeceksiniz. Herkesin birbirine olumsuzluk yaydığı gibi herkes bu şekilde davranmaya başladığında da herkes birbirine olumlu enerji verecektir. Hayatta her şey sizin etrafınızda dönsün istemeyin. Çünkü o zaman hayat sizin başınızı döndürür ve çevrenizi göremezsiniz. Enaniyet insanın kendine yapacağı en büyük kötülüktür. İnsan insanca ilişkiler içinde iken mutlu olur. Bu duygu bir benimle mi olacak dersek, herkes böyle düşünürse hiç kimse harekete geçmemiş olur. Hayatı herkes kendini düzelttiğinde düzeltmiş oluruz. Herkesi nasıl düzelteceğiz dersek biz de deriz ki kendimizi düzeltmek az bir şey mi? Saygılarımızla... F.A.

Anlat Derdini Feridun Ağabey'de önceki yazılar...

ÖNE ÇIKANLAR