Senelerden beri mışıl mışıl uyutmuşlar bizi... Türkiye'de futbolu din gibi gösterecek kadar küstahlıklıklarını da katarak... Stadlarımızın stadlarından daha iyi olduğunu söyleyerek, seyircimizin seyircisinden daha ateşli olduğunu ima ederek... Öyle bir hakemlerimiz varmış ki güya dünya çapındaymış!.. Hatta dışarıya düne kadar futbolcu ihraç edemeyişimizin sebebi bizimkilerin kadrinin kıymetinin bilinmemesindenmiş... Mış mış da mış mış... Danalar girmiş bostana kov bostancı danayı... Kore gerçeği bir şamar gibi patladı yüzümüze... Stadları da gördük, seyirciyi de... Hakemi de, futbolun hakimini de... Ta, Güney Amerikalar'dan Kore'ye gelmiş kaç tane Brezilyalı vardı biliyor musunuz? Tam 35 bin tane... Buna karşı 2 bin Türk... Stadların muhteşemliği, tribünlerdeki karnavallar, rengârenk futbol bizi kendimizden geçirdi de, bu organizasyonda tek bir hakemimizi görememek, ah o ne acıydı öyle... Talat Tokat'tan Metin Tokat'a kadar... Babadan oğula dizboyu ninni bebek... Meğer Orhan Erdemir, meğer Ali Aydın, meğer Serdar Tatlı rüyaymış, Japonya - Kore ise acı gerçek!.. Yeryüzünde 200 bin nüfuslu Kuveyt, ne idüğü belirsiz Benin diye bir ülke ve bu ülkenin nice hakemleri varmış... Benin var da benim niye yok?.. Benin'i, dinini bilmeyiz... Müslümanız diye horlanıyorsak, Fas neyin nesi? Tunuslular'ın merkez hakem komitesi komite de bizimki turnike mi?.. Uganda'ya maganda gözüyle bakarız da kendimize toz kondurmayız... Kore'ye hakem konduramadığımız gibi!.. Beninli, Ugandalı, Vanuatulu hakemleri dünya kupası finallerinde görüp, bu utancımızı neremize saklayacağız? Bari siz çocuklar... Bari siz kabartın göğsümüzü... Okşayın şu ruhumuzu... Bu ağaçlar, güzel kuşlar, yürüyelim arkadaşlar... Sesimizi yer, gök, su ama ille de federasyon dinlesin, MHK dinlesin, ola ki hükümet dinlesin, Ankara dinlesin... Ulsan... Başı dik, şerefli Türk çocuklarının eğitim karargâhı... Umutların şaha kalkmaya hazırlandığı stratejik bölge... Güneş, ay ve yıldızın parladığı, içimizi aydınlattığı yeni dünya... Türkiye'den bakıldığında bir garip dursa da Ulsan, usanmaz, uslanmaz duygularımızın kaynağı... Start verildi stada gelindi... Düdük öttü ötecekti... Birkaç dakika sonra çok acayip şeylerin olacağı her halükârda belliydi... Heyecan dorukta, yüreklerimiz korkulardaydı... Eee, ne de olsa karşımızdaki Brezilya'ydı... Biz daha sabahın köründe, horozlar öter ötmez oradaydık... Fırladığımız gibi yataklardan hurraa televizyon başına... Bedenler ve ruhların birbirini terkettiği andı... Her birimiz Rüştü, her birimiz Hakan, her birimiz Şenol Güneş'tik... Olağanın dışına çıktık... Kâh ölüme ramak kaldı, kâh ömür uzattık... Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar... Bir gol sesi duydum uzaklardan, Türk'ün golü, Türk gibi, türkü gibi keyifli... Ama nereden bilebilirdik dost bildiğimiz Koreli'nin bizi sırtımızdan vuracağını... Brezilya'ya nasıl davrandıysak misli misli aldık karşılığını... Oysa Kore'nin Koreli'nin vefasızlığını gördük... Maçı izlemek için Kore'ye gelip, tribündeki yerini alan gazilerimizin meğer bu topraklarda ölmek için 52 yıl beklemeleri gerekiyormuş... Yazık, onlarla birlikte 65 milyon öldü... Türkiye sadece üç puanı kaybetti ama Kore yüreğimizdeki ihtişamını...