Duyduklarına inanamıyorlardı

A -
A +

Yusuf ve Hergeleci hayal gördüklerinden emindi. Ama ses gittikçe kuvvetleniyordu. Fransız seyircilerle birlikte, sesin geldiği yere baktıklarında gördüler... fesi, mahalli kıyefetleri, güm güm vuran davul, Kırkpınar havası seslendiren zurna ile silahlanmış iki kişilik davul zurna ekibinin mindere doğru geldiğini. İki kişiydiler, ancak tesir, onlarla birlikte yüzbin davul zurna hey heyleniyorcasına inanılmazdı. Filiz Nurullah ile Kara Ahmet, ayağa fırlamışlar, onlar da gördüklerine inanamıyorlardı. Yusuf'un sevincine diyecek yoktu, dayanamadı, koştu, davulcuya sarıldı, arkasından da zurnacıya. Başlarına ilk defa böyle bir şey gelen davul ve zurnacı şaşırmışlardı. Yusuf'un hasretini nereden bilsinlerdi? Müthiş bir alkış koptu. Davulcu ve zurnacının arkasında gözleri zevkten ışıl ışıl parlayan ressam Galip bey vardı. Yusuf, "Bu senin işindir bre Galip Bey. Yüce Mevlam ne muradın varsa versin" deyip öyle bir sarıldı ki, Galip Bey, kaburga kemikleri kırılıyor zannetti. Davul zurnasız yağlı güreş olmayacağını düşünen Galip Bey, buna nasıl çare bulacağını kara kara düşünürken, cevabı Eyfel Kulesi'ne yakın mekanda bulmuştu... Eyfel Kulesi'ne yakın mekanda açık hava konseri veren Edirneli davul zurnacıya rastlamıştı. İki kafadarın yolları, Edirne'ye gelen bir sirk vasıtasıyla ta Paris'e kadar düşmüştü, onların davul zurnayla çaldıkları, Sirk sahibinin çok hoşuna gitmiş ve sirkine dahil etmişti. Galip Bey, kendilerine rastladığı sırada Fransızlara davul zurna ile açık hava konseri verip üç beş kuruş kazanıyorlardı. Davul zurnanın sesini duymak, Hergeleci'yi de neşelendirmişti, yerinde duramıyor, "Te be Yusuf ağam, işte şimdi oldu, işte şimdi seninle kıran kırana bir güleş yapar, şu kefereciklere güleş nasıl olurmuş gösteririz, sıkı dur ha" diyordu. Hergeleci'nin neşelenmesi Yusuf'un coşkusuna coşku katmış, hedefe atılmak için eşinen, sabırsızlanan küheylanlara dönmüştü. Davul zurna, hemen minderin kenarında, yerini aldı. Ressam Galip ile tercüman Bulgar Petrof, iki pehlivanın yanına geldiler. Pehlivanlar, kıbleye karşı el bağladılar. Galip bey, Kırkpınar'ın nasıl doğduğunu, Ali ile Selim'in güreşirken nasıl şehit olduklarını, defnedildikleri yerden kırkpınarın nasıl fışkırdığını, yağlı güreşin bu iki alperenin hatırasını yaşatan bir vatan ediniş destanını canlandırdığını, niçin kıbleye karşı durduklarını, hangi sebeple Allah Allah sesleriyle meydana salındıklarını Fransızlara anlattı. Fransız seyirciler, duyduklarına inanamıyorlardı. Bu anlatılan güreş değil, bir medeniyetin, şanlı bir tarıhin canlandırılmasıydı. Galip Bey, daha sonra, dua yaptı, duasında, pehlivanlara öğüt verdi, söylediklerini Bulgar Petrov hemen tercüme ediyordu. Galip Bey, gücün, kuvvetin Allahü tealanın bir emaneti, ihsanı olduğunu, güç, kuvvet, mal, ilim arttıkça, mesuliyetin de arttığını, bunların hesabının verileceğini, hak, adalet yolundan ayrılmamalarını, insanlığın zirvesi gerçek insan alperenlerin hatırasını yaşattıklarını unutmamalarını söyledi, Peygamber efendimize salavat ve Allah Allah nidalarıyla Koca Yusuf ve Hergeleci'yi ermeydanı kabul edilen güreş minderine saldı. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.