Kara Ahmet, Selanik sahilinde, gemiler gidip geldikçe o da diyardan diyara düşünceden düşünceye geziyordu... Yusuf ağası, dilleri dillerine, dinleri dinlerine benzemez o diyarlarda ne yapıyordu acaba? Önüne gelen frenk pehlivanlarını yendiğini, ona rakip bulmakta güçlük çektiklerini işitmişti. Üç beş kuruş para için o diyarlara gitmeğe değer miydi? Kendisine dünyaları verseler o diyarlara gitmez, İstanbul'u terk etmezdi. Ustası, Yusuf ağasının padişah emriyle Paris'e gittiğini söylemişti. Ustasının söylediği doğru olmalıydı, Yusuf ağası, paraya zerre kıymet veren birisi değildi. Fakat, piyasada güreş yapan pehlivanlar, Yusuf ağasının para için frenk diyarlarına gittiğini söylüyorlardı. Ahmet, gönlü ile aklı arasında çırpınıp duruyordu. Beşçınar güreşlerinden sonra bir müddet, Mümin Hoca'ya misafir olmuşlardı. Perşembe sabahı ustası ile birlikte Selanik'e bağlı Serez kasabasında güreşmeğe gideceklerdi. Selanik'te, deniz üzerinde güneş batmak üzereydi. Güneş, yıllardır Ahmet'in peşinde koştuğu, misalini torbasında taşıdığı Kızılelmaya benzemişti. Ahmet'in bulunduğu yerden Kızılelmaya benzeyen güneşe doğru... kıpkırmızı bir yol olmuştu, deniz üzerinde, ışıklardan. Ahmet, ışıktan kırmızı yol üzerinde batan güneşe, Kızılelmaya doğru yürümek istedi. Hikmet dedenin, "Ecdadımız, güreşle temsil edilen, şeytana, nefse ve çevreye karşı yapılan mücadelenin sonunda kavuşulacak ebedi güzelliği, sonsuz saadeti, Kızılelmayla misalleştirmiştir. Kızılelma; Türkler, özellikle Oğuz Türkleri ve onların torunu Selçuklular ile Osmanlılar arasında hem cihan hâkimiyetinin sembolü olarak ifadesini bulmuş bir mefhum, ülkü mefkuredir, buna kısaca "Cihan Hakimiyeti Mefkuresi" denmiştir, hem de kişinin ebedi saadete kavuşmasının işareti kabul edilmiştir. Kızılelma, Türklerin yaşadıkları bölgeye göre batı yönünde ulaşılması gereken hedef, bazen bir belde, bazen de bir ülkedeki taht veya mabet üzerinde parıldayan ve cihan hâkimiyetini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli altın bir elma olarak tahayyül edilmiştir. Güneş, batarken kızıl bir elmaya benzediği için, Türkoğlunun batıdaki hedeflerini, Kızılelma ile ifade ettiği de söylenir. Türkler için Kızılelma, üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan idealler veya hayallerdir." sözlerini hatırladı. Kızılelmaya kavuşmak hasretiyle yandı. Sanki, denizden güneşe doğru uzanan ışıktan meydana gelmiş yolda yürürse, güneşe, Kızılelmaya kavuşacaktı... 1895 Temmuzunun 24'ü cuma günü, cuma namazı sonrası Serez'de güreşler olacaktı. Serez'in ağaları güreşe çok meraklıydılar. Ödüller de dolguncaydı. Ahmet'in gözünün ödül falan gördüğü yoktu. Onun gözü ve gönlü Hikmet dedenin onbeş sene önce verdiğinden başkasını görmüyor, düşünmüyor. o günden bugüne bir an olsun yanından ayırmadığı, ışıdığını görmek için seve seve bütün varlığını, kalan ömrünün yarısını vermeği göze aldığı Kızılelmasından başkasını aklına getirmiyordu... > DEVAMI VAR