Dıhye isminde zengin, yakışıklı bir genç vardı. Resulullah efendimiz onun iman etmesini çok istiyordu. Ve bir gün...
Kur’ân-ı kerimi, Peygamber aleyhisselâma, Cebrâil aleyhisselâm getirir ve ekseriyâ insan şeklinde gelirdi. Sahabe arasında, Dıhye isminde bir genç var idi. Gâyet zengin, yakışıklı, beyaz ve güzel idi. Cebrâil aleyhisselâm, çoğu kere onun şeklinde gelirdi. Bu Dıhye ilk zamanlar îmâna gelmemişti. Sık sık Şam’a gider, orada ticâret yapar, çok para kazanırdı. Döndüğünde, Peygamber aleyhisselâma hediyeler getirirdi. Resulullah efendimiz de kendisine; (Yâ Dıhye! Bir kerrecik Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Resûlullah de, Cehennemden kurtul) buyururdu. Dıhye, Efendimizi hakîkaten sever, Onu kırmak istemezdi ve “Bir düşüneyim, o da olur!” gibi, tatlı sözlerle idâre ederdi.
Bir gün, yine Efendimizin yanına gelmiş ve yine bir çok hediyeler getirmişti. O ara Efendimize dedi ki: “Ben Müslümân olmak istiyorum” dedi ve Kelime-i şehâdeti getirdi...
Dıhye “radıyallahü anh” Şam’dan geldiği zaman şeker, hamur işi getirir, hazret-i Hasan’a ve hazret-i Hüseyin’e verirdi. Hazret-i Hasan Dokuz yaşında, hazret-i Hüseyin ise Yedi yaşında idi. Ne zaman Dıhye gelse, Hasan ve Hüseyin oyunu bırakıp, sevine sevine Dıhye’ye koşarlardı...
Bir gün Efendimiz, Eshâb-ı kirâmı ile câmide oturuyorlar, Hasan ve Hüseyin de câminin bir köşesinde, birbirleri ile güreşiyorlar, birbirlerini kovalıyorlar, oynayıp duruyorlardı. Efendimiz aleyhisselâm onları çok sevdiği için, hiç sesini çıkarmazdı. O sırada ansızın Dıhye geldi ve Peygamber aleyhisselâmın yanına oturdu. Hasan ile Hüseyin, uzaktan Dıhye’yi görünce, oyunu güreşi bırakıp, doğru Dıhye’nin kucağına geldiler. Biri boynuna sarılıyor, diğeri ceplerini karıştırıyor. Acaba bize ne getirdi? diye. Hâlbuki o gelen, Hazret-i Cebrâil’di. Ekseriyâ Dıhye şeklinde geliyordu. Efendimiz, torunlarının, bir Meleğe karşı böyle ceplerini karıştırmasını, kucağına çıkmasını biraz ayıp gördü. Ve dedi ki: (Yâ kardeşim Cebrâil! Benim Eshâbımdan Dıhye isimli biri vardır. O, Şam’dan gelince ara-sıra bana uğrar, torunlarıma da bâzen hediyeler getirir. İşte bu torunlarım, yine Dıhye geldi zannetdiler. Seni Dıhye’ye benzetdiler, onun için bu hâlde bulunuyorlar. Yoksa onlar terbiyesiz, görgüsüz değillerdir) dedi. Cebrâil aleyhisselâm bunu işitince, üzüldü. Kendisi mahcup oldu. Ve kendi kendine: (Eyvah, ben bu çocuklara hediye getirmedim, çocuklar benden bir şey bekliyorlar. Ben şimdi çocukların ikisine nasıl bir şey verebilirim?) diye düşündü. Ve elini uzatıp, Cennet bahçesinden bir salkım Üzüm kopardı, hazret-i Hasan’a verdi. Tekrar uzandı, Cennet bahçesinden bir Nar koparıp, hazret-i Hüseyin’e verdi. Çocuklar, üzümle narı alınca, tekrar oynadıkları yere gittiler...
O esnâda câmi kapısına biri geldi ve “Kaç gündür hastayım, açım, açlıktan ölmek üzereyim, bana yiyecek bir şey veren yok mu?” dedi. Çocuklar, o kişiyi görünce, derhâl koşup, ellerindeki üzümü ve narı ona vereceklerdi ki, Cebrâil aleyhisselâm (Durun! Sakın vermeyin!) diye seslendi. (Hâin şeytân, bu meyveleri Cennet’ten kopardığımı görünce, onları yemek için bu kılığa girdi. Hâlbuki Allahü teâlâ, Cennet nîmetlerini ona haram etmiştir!) dedi. Şeytân da, o anda kayboldu...
Hasan Yavaş'ın önceki yazıları...