Önceki gün gazetemizin Malatya Temsilciliğine ziyaret için gelen bir okuyucumuz şunları anlattı:
“Ben yakın tarihte cezaevinde mahkûmdum. Tekdüze, sıkıcı ve vicdan hesaplaşması ile geçen kapalı hayatımız cezaevine arkadaşların talebi ile Türkiye gazetesi gelmeye başlayınca değişti. Mahkûmların kahir ekseriyeti gazeteyi okuyarak mahkûmiyetlerini unuturlardı. Size çok teşekkür ederiz, cezaevinden farklı bir insan olarak çıktım, çoğu arkadaşım da aynı duygular içindedir, size çok teşekkür ederiz...”
Olay bana nahak yere 1943’te hapse atılan Gönenli Mehmet Efendi'nin hikâyesini hatırlattı. Onu, ağır suçluların kaldığı bir koğuşa koyarlar. Çok farklı bir dünyanın içinde sadece bedenen değil ruhsal ve fiziksel olarak da cezalandırmak istemiş olmalılar.
Ama sadece insanların beyinlerine değil duygularına da hitap etmeyi bilen Gönenli Mehmet Efendi bundan dolayı yeni arkadaşlarına itiraz ve isyan etmemiş, onlarla gönül bağı kuracak farklı bir yola başvurmuştu.
Koğuşa ilk girişinde şöyle bir etrafına baktıktan sonra onların ruhlarına hitap etmekten ve gönüllerine girmekten başka çare olmadığını görür.
Selam verip sonra gösterilen ranzaya şöyle bir yan gelip oturduktan sonra elini kulağına koyup yanık sesi ile şu kasideyi okur:
“Cana cefa ya kıl, sefa kahrın da hoş lütfun da hoş,
Ya dert gönder yahut deva kahrın da hoş lütfun da hoş.
Dosttur bana senden gelen ya hilat-u yahut kefen,
Ya taze gül yahut diken kahrın da hoş lütfun da hoş...”
Koğuşa girdiği zaman avını kollayanlar fıtratlarına dönmüşler, ilahi bitince "koğuş ağası" boyun eğip, “Baba, seni bize Allah gönderdi, basımızın tacı, gönlümüzün ilacısın” deyip koğuştaki arkadaşlarına dönerek “Çökün!” diye seslenmiştir.
Denizli civarında bulunan pek çok caminin imamı bu koğuştan yetişmiştir.
Eğer verdiğiniz mesaj güçlüyse bunu farklı şekillerde yapabilirsiniz.
Bugünkü gazete okuyucularının “Bu gazeteyi niçin okuyorsunuz?” sorusuna verdikleri cevaplar farklıdır. Gazete sayfalarında, kiminin maç sonuçlarıyla, kiminin cinayet haberleriyle, kiminin "pasaklı" arka sayfa resimleriyle herkesin kendi dünyasını besleyen saklı özel merakları var. Herkes metin veya resim her neyse kendine ait bir şey arıyor.
İnsanlar kıyısından köşesinden bize ait konuşulacak, arkasında duracak tanıdıklara anlatacak bir şeylerimiz olsun diyor. İnsanlar gazete de olsa kendine benzeyenlerle iş tutuyor.
Herkes kendine benzeyen yeni fikirlerle beslenmek, dünyada yalnız olmadığını tescil etmek ister. Ortalama bir kütüphane, günlük gittiğimiz kahve, yürüdüğümüz sokak salondaki eşyaların dizilişi hayat tarzımız hakkında ciddi ipuçları verir.
Eşyaların dili olmadığını zannetmeyin yürüdüğümüz sokaklar bile belli mesajlar verir ve gazeteler ise konuşanıdır.
Gazeteler gücünü tekrardan alır ama çoğu insan bunu fark etmez.
Her gün okuduğumuz yazarlar farklı alanlardan farklı yorumlar yapsa da manşet farklı mesaj aynıdır. Sonunda o manşetlerin o yorumların yürüyen timsali olup çıkarız.
Tekrarlanan şey insanın hakikati oluyor, isterse cezaevinde olsun...