Abdullah bin Huzâfe (Radıyallahü anh)

A -
A +

Hicri 19... Hazret-i Ömer'in halife olduğu yıllar... Bizanslılarla yapılan savaş- lardan birinde, yüze yakın Müslüman esîr düşer, ki aralarında Sahabe-i Kiram'dan Abdullah bin Huzâfe de (Radıyallahü anh) vardır. Hazret-i Ömer Kral Kostantin'e bir mektup yazar, arkadaşlarının serbest bırakılmasını arzular. Fidye, takas artık nasıl olursa... Tekfur uzlaşmaya yanaşmaz, aksine esirlere eziyet eder, hıncını çıkarmaya bakar. Mektupta adı geçen sahabeyi buldurur ve ona "kişiye özel" işkenceler uygular. Mesela gözü kararasıya, içi bayılasıya aç bırakır, dermanı kesildiğini fark edince fırından henüz çıkmış domuz etleri yollar. Sini sini kebaplar... Kupa kupa şaraplar... Mübarek hınzır etine ve müskirata elini sürmez, gerisingeri yollar. Dayağa hakarete de aldırmaz, iki eli kanda olsa namazlarını kılar. Hayır asla! Tahammülün böylesi görülmüş değildir, Tekfur hazret-i Abdullah'ı gizli saklı izlemeye başlar. Zaman zaman yanına çağırır, dünya ehlinin hayır diyemeyeceği teklifler yapar. Eğer Resulullah Efendimizin arkadaşlarından birini olsun ayartabilirse... Hristiyanlar moral kazanacaktırlar. Her görüşmede çıtayı yükseltir, gün gelir "Nasaradan olursan sana kızımı verir, saltanatıma ortak ederim" demeye başlar, "bak hiç düşünme, bu fırsat kaçmaz!" Cevap çok nettir: "Değil Bizans topraklarını, Arap ve Acem diyarını da versen olmaz. Göz açıp kapayacak kadar desen yine olmaz!" - Öyle ise öldürüleceksin. - Siz bilirsiniz, bunu yapabilecek güçtesin. İmparator ani bir kararla ayağa kalkar. "Getirin esirleri" diye haykırır "cellatlar iş başına!" Bir koşuşturmacadır başlar, mücahidleri ite kaka sürükler, ahaliyi alana toplarlar. Esirlerden birkaçını öne çıkarır, tırnaklarını söker, etlerini koparırlar. Müminler inançla Kelime-i şehadet söyler, gözlerini huzurla yumarlar. İmparator, Hazret-i Abdullah'ı çarmıha gerdirir, karşısına okçularını dizdirir. Mübareğin önce ellerine sonra ayaklarına doğru atarlar. Nereye batacağı belli olmayan oku beklemek sinir bozucudur ama kahramanımız oklara da okçulara da aldırmaz. Tekfur zulmün dozunu artırır, bir kazana yağ koydurup kızdırtır, gencecik çocukları içine sarkıtırlar. Cozzzz diye bir ses duyulur, sonrası duman ve buhar... Üç beş dakika sonra kazandan etleri dökülmüş bir iskelet çıkarırlar. Bir, iki, üç... Kardeşlerinin kaybı acıdır ama Hazreti Huzâfe İmparatoru sevindirecek sözleri söylemez, inkâra yanaşmaz. Kral sabırsızlanır, son darbeyi vurmak için ayağa kalkar. Celladlar Hazret-i Abdullah'ı çarmıhtan indirir, zincire bağlarlar. Alevler daha bir yalazlanır, yağ deli deli fıkırdar. Makaralar çevrilir, zincir yükselir, kazan hizalanır, celladlar "bırak" emrini beklemeye başlarlar. İşte o ara içlerinden biri Hazret-i Abdullah'ın yanağından süzülen damlacığı farkeder, açık bulmuş gibi Tekfur'a koşar. "Efendim, müjde! Ağlıyor galiba." Tekfur heyecanla gelir, Hazret-i Abdullah'ı calaskaldan indirir. "Ağlıyorsun" der, "halbuki kurtulmak için ne yapacağını biliyorsun, bak hâlâ şansın var." Nurlu sahabe gülümser "kurtulmak mı? Ben bir ömür bu anı bekledim. Keşke saçlarım adedince canım olsa da, kazana daldırıp daldırıp çıkarsalar. Ağlıyorsam kederden değil, mutluluktan!" Tekfur tutulur kalır. Sahi bu nasıl bir imandır. Aklı hafsalası almaz. "Çözün" der çözerler. Sahabeye döner. "Eğer başımdan öpersen seni bağışlarım." -Peki arkadaşlarım? -Onları da bağışlarım. Acaba? 80 küsur müminin hayatı söz konusudur. Tekfuru, kopasıca kafasından öpmekte bir beis bulmaz. Rumlar sözlerinde durur, esirleri bırakırlar. Ancak içinde bir sızı... Yanlış mı yaptı acaba? Medine'ye yaklaştıkça sızı büyür, yüreğini dağlamaya başlar. Kâfirin başına değen dudaklarını koparası gelir. Artık müminlerin yüzüne nasıl bakar? Bunu adil halifeye anlatacak, cezasına katlanacaktır. Münevver beldede onları Hazret-i Ömer karşılar. Hasretle kucaklaşırlar. Emir-el müminin kalabalığa döner: "Abdullah, kralın başından öperek 80 kardeşimizin kurtuluşuna vesîle oldu. Onun için, Abdullah'ın başından öpmek her Müslümanın vazîfesidir. İşte ilk önce ben öpüyorum" der ve dediğini yapar. Öpen öpene, nasıl ferahlar, anlatılamaz. > İlklerden Abdullah bin Huzâfe (Radıyallahu anh) ilk Müslümanlardandır. Soyu Hazret-i Lüey'de Aleyhisselatü vesselam Efendimizle birleşir. Annesi Hârisoğullarındandır. Müslüman olduktan sonra Mekkeli müşriklerin elinden çok çeker, Efendimizin "hicret" emrini dinler, Habeşistan'a gider. Ancak Server-i Kâinatın ayrılığına dayanamaz, Mekkeyi Mükerreme'ye gelmeyi göze alır. Lâkin şartlar daha da ağırlaşmıştır, tekrar Necaşi'nin yurduna dönmek zorunda kalır. Bedr Savaşından sonra gelip Medîne'ye yerleşir. Bütün gazalara katılır, seriyyelere komutanlık yapar. Hazret-i Osman devrinde Mısır'da vefat eder, makamı âlâ ola...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.