Göçebelik zor zenaattır vesselam... Hunlar oturdukları yeri ısıtamaz, habire kağnı yükler, çadır kurarlar. Atilla zeki ve çevik bir uşaktır ama mektep medrese görmez, adını bile yazamaz. Gel gelelim doğuştan cengaverdir, gün gelir, ömrü cenkte geçmiş bahadırların dahi açığını yakalar. Atilla'nın babası Muncuk, Avrupa'da karşılaştığı irili ufaklı kavimleri ciddiye almaz ancak Roma başkadır, onlarla oturur konuşur ve bir barış imzalar. Romalılar kağıt üzerinde kalan anlaşmalara itibar etmez, bir rehine vermesini arzularlar. Muncuk büyük oğlu Bleda'yı veliaht olarak ayırır, el kadar Atilla'yı yanlarına katar. Hayatı at sırtında geçen, bir ömür gök kubbe altında uyuyan çocukcağız Roma'nın geniş meydanlarına, mermer konaklarına, fıskiyeli havuzlarına şaşkınlıkla bakar. Gezip oynayıp eğleneceği yaşta olmasına rağmen mesuliyetini bilir, lisan öğrenir. Nazırlarla tanışır, senatoyo, mahkemelere girer, çıkar. Okullarını, ordugâhlarını dolanır, güçlerini ve zaaflarını tespite bakar. Zira Romalılar Hunlar'dan pek hoşlanmazlar, şimdilik kibar görünseler de gırtlak sıkmak için fırsat kollarlar. Her yol Roma'ya Atilla, bu desise imparatorluğunu yıkmaya daha o zamandan karar verir ve kendini "büyük gün"e hazırlar. Rahatı beyde yoktur ama atına, akranlarına, obasına olan hasreti artar. Kuş tüyü yataklar ve kuş sütlü sofralar ona göre değildir, Hun dediğin ipek değil aba giyer, parfüm değil kan kokar. Artık bu "makyajlı tutsaklık" sıkmaya başlar. İşin enteresan yanı Romalılar Hunlarla kapışmış, anlaşmanın iler tutar yanını koymamışlardır. Barış bittiğine göre Atilla'yı babasına yollamalıdırlar ama rehineyi iadeye yanaşmazlar. O günlerde ortalıkta "Bütün yollar Roma'ya çıkar" diye bir söz dolanır. Kanun kaçakları yer altı mezarlıklarındaki dehlizleri kullanır, ellerini kollarını sallayarak şehre ulaşırlar. Eğer şehre giren bunca yol varsa şehirden de çıkan aynı sayıda yol olmalıdır. Atilla kesesindeki altınları zaten bu günler için saklar. Avuçlarına birer servet sıkıştırınca mihmandarları onu sur dışına çıkarır, üstelik güçlü bir at sağlarlar. Atilla babasının yanına henüz dönmüştür ki barbarlar obalarını basar. Muncuk Hanı öldürür, görülmemiş kıyım yaparlar. Atilla bir düşman süvarisini al aşağı edip atını kapar, amcasının yanına kaçar. O günlerde Hun devletinin merkezini Rua yönetmektedir, doğuya Oktar, batıya Baybars bakar. Atilla amcası Rua'nın yanında yetişir ve hızla sivrilmeye başlar. Ve gün gelir ortada iki lider kalır: "Bleda" ve "Atilla". Atilla ağabeyi ile omuz omuza dövüşmeyi planlarsa da Bleda büyük işlerin adamı değildir, yer, içer, keyfine bakar. Atilla ağabeyine milletin önünde meydan okur ve döndüre döndüre yener, o defteri kapar. (445). Atilla ne babasına ne amcasına benzer, yüzünü Bizans'a çevirir ve gereğini yapar. Yıllardır Hunları kazıklayan Rum tüccarlardan bir bir hesap sorar. Bizanslılar sıkışınca hemen anlaşma imzalarlar, ancak sözlerinde durmazlar. Hunları gelip geçici sandıkları için eften püften bahanelerle oyalanır, vakit kazanmaya bakarlar. Başkası neyse de Atilla'ya yanlış yapılmaz. Bir anda Tuna'yı geçip, Trakya'ya dalar, otağını getirip Büyükçekmece'ye kurar. İmparator dehşete kapılır Atilla'nın gazabından kurtulmak için önüne konan bütün kağıtları imzalar (447). Yıllık vergisini üç katına çıkarır ki, bu meblağ imparatorluğun bile gücünü aşar. Halbuki kiralık katiller üç kuruşa çalışırlar. Ancak Attila üzerine yollanan suikatçıları tek tek yakalar. Kellelerini paketleyip imparatora yollar. Atilla Bizans'ı rakipten bile saymaz. Ama Batı Roma öyle midir ya? Sen misin acıyan! İşte tam o günlerde III. Valentinianus kız kardeşi Honaria'ya "evlenme yasağı" koyar ve garibi bir manastıra kapar. Honaria da Atillâ'ya bir nişan yüzüğü gönderip ağabeyinin başına en püsküllüsünden dert açar. Atilla hemen gelin güvey olur, müstakbel eşinin serbest bırakılmasını ister, çeyiz olarak İmparatorluğun yarısına el koyar. Romalılar bir süre sessiz kalır ama içten içe güç toplarlar. Ansızın Paris, Orleans civarlarında belirir, Atilla'nın karşısına çıkarlar. Sadece Roma mı? Gotlar ve Franklar da onların yanında olurlar. Şimdi Atilla'nın karşısında yarım milyonluk muazzam bir ordu vardır. Ancak Hunlar bu vartayı da atlatır, Avrupalıları tamamen dağıtamasalar da kollarını kanatlarını kırarlar (451). Artık onları durduracak kuvvet kalmamıştır, Hunlar yüz bin süvariyle bir anda Alpler'i aşar, nehir gibi Po Ovasına akarlar. İrili ufaklı kaleleri ezer, Venedik'i alırlar. Roma'nın düşmesi an meselesidir. Ancak Atilla'nın din adamlarına olan meylini bilen uyanıklar karşısına Papa lll. Leon'u çıkarırlar. Atilla, Papa'nın ağlamasına sızlamasına inanır mı bilinmez ancak yanındaki şamanlar güya, göklerden ruhlardan haber alır, onu muhteşem fetihten caydırırlar. Bugün Orta Avrupa'da Almanya Fransa ve İtalya'yı içine alan bir Türk devletinin var olduğunu düşünebiliyor musunuz? Ama ne yazık ki dünya haritası kalıcı bir şekilde değişmek üzereyken koca kağan cahil şamanların ağzına bakar... (Sanırım burada belirtmek lâzım, Muhammed Aleyhisselam'ın doğmasına yüz yıldan fazla zaman vardır.) Hasılı Atilla Türklerin sıkça yaptığı bir şeyi yapar, tam zaferin eşiğine gelmişken düşmanını bağışlar! Lâkin hasımları onu affetmez, bir kenara yazarlar. "Merhametten maraz doğar" derler ya İmparator peşine habire suikastçi takar. Atilla yoluna kılıçla çıkanların hepsini haklar ama "dişi militan"lardan kaçamaz. Nitekim İldiko adlı bir yosma gözüne ve gönlüne girmeyi başarır ve baş başa kaldıkları gece bardağına öldürücü bir zehir katar...