Dresden’in Neronları

A -
A +

Dresden’in Neronları

 

 

 

Tarihî Alman şehri Dresden İngiliz ve ABD Hava Kuvvetleri tarafından fosfor bombaları ile yakılır, yüz binlerce insanın sadece külü kalır.

 

 

 

Hatırlar mısınız bilmem emperyalistlerin harap ettiği şehirleri (Herat, Kâbil, Musul, Basra, Bağdat, Halep, Dera, Hocalı, Susa, Srebrenitsa, Saraybosna, Rakka, Gazza) çok yazdık.

 

Zulme uğrayanlar bizden olmasalar da (Çinli Nankin, Afrikalı Namibya) yer aldı sütunlarımızda.

 

Dresden katliamını duymuşsunuzdur ihtimal. Aaa nasıl duymazsınız çok meşhur ama. Dur öyleyse saralım başa.

 

Efendim, II. Cihan Harbi sonlarında Nazi cephesi çöker, müttefikler zafer turuna hazırlanırlar. Hırslarını alamamış olacaklar ki son bir acı yaşatmak isterler Almanlara.

 

Stalin haritayı açar, parmağını Dresden’e basar.

 

Burası kara ve demir yollarının düğüm noktasıdır. Eski Sakson krallarının başkentidir, Slavca adı Drezdany’dir, yerlisi Rusça konuşabilir rahatlıkla.

 

Barok mimarinin zirvesi sayılan Zwinger Sarayı, Paris Louvre’dan aşağı kalmaz, maziye götürür âdeta.

 

Nehirle (Elbe) şehir birbirine yakışır. Mimarlar onu “mücevher kutusu” diye tanıtır, Almanların Floransa’sı diyebilirsiniz pekâlâ.

 

Savaş günlerinde bile sanattan edebiyattan kopmaz, 6 bin civarında edip şair sanatkârı ağırlar. Çizer, boyar, kaleme alırlar. 5,4 milyon ciltlik kütüphanesi emsalsizdir, sekizgen kesimli yazma Kur’ân-ı kerim dokuz asırlıktır mesela.

 

Elde yazılı bir mütabakat metni yoksa da müttefiklerin Dresden’e dokunmayacağına inanırlar, Luftwaffe de (Alman Hava Kuvvetleri) Oxford’u bombalamayacaktır karşılığında. Kaldı ki ne Hamburg’dur ne de Essen, ağır sanayiden yana fukara.

 

 

HİÇ GELİR Mİ AKILLARINA?

 

 

13 Şubat 1945... Gün batmış gece kararmıştır ki sirenler çalar, radyo muhtemel bombardımanı duyurur telaşla. Halk saldırıya alışkın değildir, sokulur eğreti sığınaklara.

 

Şehir müdafaadan mahrumdur, 28 uçakları vardır 10’u takozda. Hepsi bir yana, yakıt yoktur tek damla.

 

Bakın şu işe ki, Rusların önünden kaçan 500 bin Silezyalı da Dresden’e sığınmış, şehrin nüfusu 1 milyon 200 bine varmıştır o sıra. Parklar, istasyonlar lebalep insan.

 

Panik yapmaz üç beş ikaz atışı ile sonlanacağını sanırlar, bilseler ki kanlı bir saldırı gelecek, saniye durmazlar.

 

Saat 22.14... İngilizler 796 Lanchester ile bulut gibi gelir, kâbus gibi çöker. 1.182 ton fosfor bombası ve 1.478 ton tahrip gücü yüksek patlayıcı dökerler. Sadece altı tayyare düşer, bir kısmı dost ateşiyle hatta...

 

Ve gürültü biter, çekilir giderler, ne zaman ki halk yangınları söndürmek, yaralılar götürmek için dışarı çıkar, ABD saldırısı başlar bu defa (Saat 01.21). 450 Uçan kale, 5 bin metreden 2 tonluk bombalar atar. Sühunet bir anda 1.300 dereceyi aşar, asfalt ve camlar eriyip akar. Yanan fosfor şiddetle oksijene ihtiyaç duyar, ciğerinizdekini bile emer, soluksuz koyar. Hasıl olan alçak basınç etrafı vakumlar, bir alev fırtınası kopar, ağaçları söker, ayakları yerden keser. Kaçmak ne mümkün, eriyen asfalt zamk kıvamında.

 

Sonra yine sükûnet, ardından ABD Mustang’leri görünür makineli tüfeklerle sokakta kalan son itfaiyecileri, sıhhiyecileri, nehir boyundaki mültecileri ayıklar (!) taarruza nokta koyarlar.

 

Ortalık kıpkızıldır, pilotlar raporlarını alevlerin aydınlattığı kokpitlerde yazarlar.

 

Dresden’in Neronları

VURUN ALMAN’A

 

 

Müttefikler askerî bölgelere değil, bizzat meskûn mahallere saldırır, insanları hedef alırlar. Şehrin kuzeyindeki kışlayı ve cephaneliği es geçer, vatandaşa odaklanırlar. Nasıl olsa Nazi’dirler, faşisttirler, gebersin gitsinler (!)

 

Malum fosfor bombası kimyevi silahtır, yasaktır, tedavisi zor yanıklar açar, akciğerde hasar bırakır mutlaka. İsrail Müslümanlar üzerinde ısrarla kullanır o başka.

 

Kolay da sönmez Dresden dört gün boyunca içten içe yanar, neden sonra sağanak yağış nefes aldırır bir parça. Şehirde 28 bin bina vardır, 25 bini yıkılır, gerisi ağır hasarlı.

 

Ölüler tanınmaz hâldedir, dokular akar, birbirlerine yapışır karışırlar. Hastalık yayılmasın diye cesetleri Altmarkt Meydanında toplar, tekrar yakarlar. 350 bin insandan geriye birkaç araba kül kalır o kadar.

 

Kızıl Haç kayıpları 275 bin gösterir, rakamı nispeten makul tutar.

 

Hâlbuki Hiroşima’da 140, Nagazaki’de 74 bin insan kırılmıştır, ikisini toplasan bir Dresden yapmaz.

 

Bu katliamın bir kin belgesi gibi kullanılmasından çekinen müttefikler sözde bir araştırma komisyonu kurar, kayıpları 22-25 bin gösterir. 13 Alman tarihçiye imzalatırlar. Duy da inanma!

 

Dresden’in Neronları

FİNALE BEŞ KALA

 

 

Müttefikler savunmasız insanları kıra kıra yol açar, geriden gelen Ruslara mezbaha bırakırlar adeta. Kızıl Ordu’nun da gözünü korkutacaklardır akılları sıra. “Bak ayağınızı denk alın, ona göre ha!”

 

Zaten ünlü Nazi generalleri Breslau ve Wehrmacht kayıtsız şartsız teslim olmuş, ellerini kaldırmıştır.

 

Direnişle karşılaşma ihtimalleri sıfırın altındadır, gereksiz bir saldırıdır.

 

İngiliz uçakları Shell’e ait petrol istasyonlarını vurmaz, kaçan sivilleri ise dağda ovada yakalar, mitralyözle tarar.

 

Dresden’in Neronları
Katliama katkılarından ötürü (!) USAF ve RAF pilotlarına madalya takar ayakta alkışlarlar. Hâlbuki havacılar şehirdeki 20 bin müttefik esiri de yakmış, kendi bacaklarına sıkmıştırlar bir bakıma. Haberleri elbette vardır, hesaba çekilmeli, apoletleri sökülmelidir aslında.

 

Üniversitede kayıtlı 40 küsur Türk talebeden, sekizi bombardımanda vefat eder, dördü kaybolur gider kargaşada. Devir CHP devridir, İnönü sineye çeker büyük bir suskunlukla. 

 

Taarruzu müteakip şehrin yüzde 95’i ortadan kalkar, Müttefikler Blauen Wunders (Mavi Efsane) adlı Loschwitz Köprüsü’nü uçurmaya niyetlenseler de içlerinden bazıları karşı koyar, yeter artık derler gerek var mı buna?

 

Dresden’in Neronları

HAYVAN MIYIZ YA!

 

 

Hülasa Britanyalı ve Amerikalılar ceman (cem’an, cümleten, toplam olarak)  10 bin ton bombayı Dresden’e bırakırlar.

 

“Büyük barış (!) adamı” Winston Churchill bir yenisini ekler günahlarına.

 

ABD Başkanı Roosevelt 9 yaşına kadar Almanya’da okumuştur, hayli hatırası vardır bu topraklarda. Hani vefa?

 

Şehir Rusların eline geçince zulüm artar, ırzına geçilmedik çocuk ve kadın kalmaz. Evleri yağmalar, keyfî tutuklamalar yapar, ziynet ve para için kafa kopartırlar. Hâlbuki Dresden kısmen Slav asıllıdır, sosyalist Almanların kalesidir ayrıca.

 

Tamam Naziler de hatalıdır ama sanata ve mimariye saygılıdırlar. Prag ve Paris’in üstüne titrer, korur kollarlar.

 

Savaş sonrası Alman ezikleri bu katliamı dile getiremez, Auschwitz utancı ile yutkunup dururlar.

 

Sadece Gobbels İsveç ve İsviçre’deki bitaraf gazetecileri toplar ve “yüz binlerce Dresdenlinin keyfî katlini” anlatır onlara.

 

Bir brifing esnasında görüntüler Churcill’e izletilir, çok bozulur “Biz neyiz ya?” diye sorar, “Hayvan mı, barbar mı yoksa?”

 

Dresden’in Neronları

ZALİMİN KARŞISINA

 

 

Zulüm zulümdür, kime yapılırsa yapılsın susulmaz. Almanlardan çok kazık yesek de, pek hoşlanmasak da bu, insanlık suçudur sonunda...

 

Değil böyle yüz binlerce vaka, birinin bile canı yansa dikilmek lazım karşısına.

 

Eğer, Avrupa uygarsa (!) Nürnberg gibi bir mahkeme kurar ve zanlıları yargılar gıyabında.

 

Pearl Harboor’ı planlayanlar, vuranlar belli iken, bedeli niye Hiroşimalı vatandaş öder?

 

Hele şu Gazze’de yaptıkları... Yıllar sonra okuyunca utanmayacaklar mı acaba? Sıkıntı nerede biliyor musunuz? Vasıfsız elemanlara salahiyet verirsen güç manyağı olur, zemini kana boyarlar.

 

Müttefikler bu katliamın sık sık karşılarına çıkarılacağından korkar, vebali komutan Arthur Harris’e yükler çekilirler kenara.

 

Eğer bu saldırı bir İngiliz şehrine yapılmış olsaydı onlarca kitap yazılmış, sayısız film çekilmişti hakkında.

 

Peki diyeceksiniz, biz niye duymadık bugüne kadar?

 

Çünküüüü...

 

Tarihi kazananlar yazar!

 

 

SOR ANLATSINLAR SANA

 

 

Hadisenin şahitlerinden Margaret Freyer anlatır: Bir anne gördüm; kaçıyordu, düştü, kucağındaki çocuk havalandı ve bir kavis çizerek alevlere karıştı.

 

Savaş esiri Amerikalı Kurt Vonnegut (1922-Indiana) mezkûr bombardımandan sağ çıkar. Karşı cenahta olmasına rağmen Slaughterhouse-Five (Mezbaha-5) adlı eserini yazar.

 

“Alev fırtınası inanılmazdı... Korkudan, çıldırmıştım, ‘Yanmamalıyım, yanmamalıyım, yanmamalıyım” diye sayıklıyordum şuursuzca...”

 

Saldırının ardından şehrin hâli Mars yüzeyini andırır, ne varsa taşlaşmıştır ve sıcaktır hâlâ.

 

Charlie Chaplin’in Monsieur Verdoux filminde (1949) “Savaşta bin kişi öldürürsün, kahraman yaparlar” der, “Barışta birine dokun, giyotine yollarlar!”

 

 

 

 

 

İrfan Özfatura’nın önceki yazıları…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.