Hem yazdım hem çizdim, mürekkepten tez bezdim: Teknoloji kalemimizi kırdı

Sesli Dinle
A -
A +

Diyelim iş adamı ya da bürokratsınız, imza koyuyorsunuz evraka. Bakkaldan tükenmez de alsanız olur ama millet ne der sonra? 

 

 

 

Çocuğa soracaksın “oolum evladım dolma denince ne geliyor aklına?”

 

Biber ya da kadayıf dolma diyorsa (ki ben öyleydim) salla gitsin, hiç uğraşma.

 

Yok eğer “dolma kalem” diyorsa, okuyacak, adam olacak, anasına babasına bakacaktır sonunda.

 

Dolma kalemle ne zaman tanıştık? Hımmm ilk mektep 4. sınıftaydık galiba.

 

Maarif her sahada Osmanlıyı “rakip” görüp “takip” ettiği için “hüsn-ü hat” yerine “güzel yazı” dersleri koyar. Gelgelelim eşyanın tabiatına aykırıdır, zigzag Z’lerden M’lerden, N’lerden, tırmığa benzeyen E’lerden, çomaklı V’lerden estetik bi’ şi çıkmaz.

 

Bu yüzden el yazısı diye bir şey uydururlar, uçlarını kıvırıp kıvırıp kuyruk yapar, çivi yazısından kurtulurlar. Ben ayrıca yorum kattım kuyrukları iki defa kıvırdım bi’ sağa bi’ sola. Öğretmenin beğeneceğini umuyordum “ooolum bu ne” diye feryatlandı. Sınıfı yıktı başıma. Amaaan iyilik de yaramıyor bunlara.

 

“Defter benim değil mi” diyeceksin, iyice zıvanadan çıkacak.  

 

 

 

Hem yazdım hem çizdim, mürekkepten tez bezdim: Teknoloji kalemimizi kırdı

 

 

 

ŞAŞIRMA TAŞIRMA        

 

Efendim zikrolunan derse yazı defteri ile girilir, satırları çift çizgilidir, biri büyük harflerin, diğeri küçük harflerin hududunu belirtir.

 

Taşmaca yok! Çizgiye basarsan yanarsın, arkadaşın oynar sonra.

 

Derken efemm dosya kâğıdına geçilir. İyi de satırları olmayan bir kâğıda nasıl yazılabilir ki? Hizayı tutturayım derken keşişlemeden esen yellere kapılır, sağ üst köşeye doğru yükselirsin ufala ufala. Motosiklette bir kaide vardır baktığın yere gidersin. “Dur şunun plakasını okuyayım” dersen tamponu öpersin. Yazı da öyle, bakmayacaksın tavana. Ayrıca zulada çizgili kâğıdın olacak, çaktırmadan koyacaksın altına.

 

Evet çakallıktır ama örtmen de eğiklerden, yamuklardan bıkacak, aldırmayacaktır bir süre sonra.

 

Yazı dersini ikiye ayırır önce kurşun kalemle çalıştırırlar, sömestirden sonra dolma kalem aldırtırlar. Mahallenin kırtasiyecisi Çin malı kalemler getirtir, beheri beş lira. Toz pembe, limon sarı, uçuk mavidir, leblebi şekeri düşürür insanın aklına. Kapağı bükersin açılır, arkasında küçük kauçuk pompa. Sıkarsın havası çıkar, batırırsın şişeye mürekkep emer kâfi miktarda.

 

Bazı dolma kalemler iddialıdır, değişik çap ve ebatlarda uç vidalanabilir onlara. İnnecinin enjektörü gibidir, mürekkebi “çelik piston” marifetiyle çeker, çeyrek şişeyi lüpletir icabında.

 

DALDIRMA KALDIRMA

 

El yazısında kelime boyunca el kaldırılmaz, peki ama noktalama işaretleri? Ü’ler, Ö’ler, İ’ler, Ç’ler, Ş’ler.  

 

G kalın mı kalsın yani, yumuşamasın mı biraz?

 

Onlar bilahare aslanım, sabırlı ol patlama!

 

Hani hattatlar (benzetmek gibi olmasın) harekeleri sonradan atarlar ya.  

 

Dolmakalemin zaptı zor, tıfıl için daha zordur. Zaten ucuz kalem, tırık malzeme, nokta koydun mu elini kaldıracaksın derhâl. Bekletirsen akıtır, damlatır, kâğıdı boyar.

 

Minikler onu da kurşun kalem gibi ucundan tutar, ciltleri mavi mayii emer, tırnakları mürekkeple dolar. Sıra sıra parmak izleri, görenler de sabıka kaydı sanacak.

 

 

 

Hem yazdım hem çizdim, mürekkepten tez bezdim: Teknoloji kalemimizi kırdı

 

 

 

TENCERE DİBİN KARA

 

İlk mektepte İtalyan faşistleri gibi kara gömlek giyersin, iki yanında cebi olur ki dizlerine varır, dipsiz kuyudur âdeta.

 

Kurşun kalem, kırmızı kalem, silgi, çakı, pergel, minkale, atarsın dolmaz. Hatta benim gibi dağınıklar gazoz kapaklarını, artist resimlerini (zambo cikletten çıkar), misket, sapan, ataç, topaç ve kaytanlarını da taşırlar yanında.

 

Bazen canın çeker eşinirsin, dibinde birkaç leblebi çekirdek bulursun mutlaka.

 

Evet bayat!

 

Ne bekliyordun başka?

 

Uzatmayalım mürekkep şişesini de sallarsın gider yanına. Bazen kapak oturmaz, nasıl olsa kumaşı kara, zift döksen işlemez ona. Ama çamaşır leğeninde renk verip deee, diğer mintanları boyayıncaaa....

 

Terlik!

 

Tesirli mesafeden çıkacak, sobayı siper edeceksin ivedi kaydıyla.

 

KALEMDEN KELÂMA

 

Bilahare çini mürekkebi ve divit sardırırlar başına. Çini divit, çini divit... Bildiğin duyduğun şey değildir, gider bakkaldan çivit istersin, ne işine yarayacaksa?

 

Divitin ucu zinhar şişeye daldırılmaz, birkaç mangır daha atacak, hokka sahibi olacaksın ayrıca.  

 

Yazı dersi imtihanlarında şiir ya da hitabe yazdırırlar. Zırıl zırıl siyaset, rejimi övmece, sultanlara sövmece. E anam sen 27 Mayısçılara serenat atarsan, Menderesçinin çocuğu da o yazının ağzını yüzüne katar.

 

Sonra oturur vahvahlanır, “eliniz düzeleceğine bozuluyor, ay anlamıyorum valla!”  

 

Müellim imtihanı müteakip kâğıtları toplar, kırmızı kalemle tashih yapar, domates tarlasına çevirir âdeta. Beğendirmek zor, ne yapsan hata.  

 

Tamam kabul, yazım matah değil, karga burga. İyi de ne bozuyosun, milletin huzurunda?

 

“Aaa tabip mi olacaksın, reçete mi yazacaksın” filan desene, gaz versene çocuğa.  

 

 

 

Hem yazdım hem çizdim, mürekkepten tez bezdim: Teknoloji kalemimizi kırdı

 

 

 

E SEN KAŞINDIN AMA!

 

O yıllarda battal beden bebeler pek makbuldü, sınıf annelerinin elma yanaklı “minnoşları” olur, itinayla tıkıp tıkıştırırlar. “Gürbüz cumhuriyet nesli” yetiştirir, bando takımında ön sırayı kapatırlar. Balık yağı, portakal suyu ve gece sütüyle semirtilen yavrukurt danaya döner, erken ergenleşir, dişleri çürür, saçları yağlanır, teri kokar, alnını burnunu sivilceler basar.

 

Akranlarına tepeden baksalar da kofturlar, hımbıldırlar, kavgadan kaçarlar. Çabuk şiştikleri için, maça ney alınmazlar.

 

Bunların ikisi üçü kol kola girer, kart sesleri ile “önümüze gelene bir tekme” oynarlar. Kalabalığı ezer, tıfıllara tepik atarlar.

 

Peki ufaklık altında mı kalsın?

 

Asla! Onun kalemi çoktan kırıldı, sıra infazda.

 

İntikam soğuk yenen bir yemektir, pundunu kollar. Akşam son zil çalıp da tüllap merdivenlere koştuğunda, sahanlıkta pusuya yatar. Çıkarır dolma kalemini, pistonu itiverir hasmının ardı sıra.

 

Leke, leke, leke! Taa ensesinden topuğuna.  

 

Lee van Cleef gibi namluya üfler “Hey Amigo c’e Sabata!”

 

KIL, TÜY VE KAMIŞLA

 

Evvel zamanlarda Batılılar tüy kullanır, Çinliler fırça. Türkler ise kamışın dengeli mürekkep tuttuğunu keşfeder, kesik uçla ahenk katarlar yazıya.

 

Sonra metal uçlu divitler yayılır. Ancak hokkaya daldırıp çıkarmak yorucudur, bir hece yazamadan kurur, hadi bi daha.

 

Pekiii, divitin gövdesi hazne olarak kullanılsa, mürekkep kılcal bir yolla ucuna ulaştırılsa? İşte bu fikir dolma kalemi doğuracaktır sonunda.

 

Önceleri tepesinden kapak açılır, itinayla doldurulur damla damla, adı da bu yüzden “dolma.”

 

İlk divitler sızdırır akıtır, neticede yer çekimi diye bir şey var di mi ama?

 

Sıkıntıyı kauçuk bir kese ile çözer, mürekkebi negatif hava basıncı ile içeride tutarlar.  

 

AKSESUAR BABINDA

 

Ellili yıllarda dolma kalemler altın çağını yaşar, katalin, reçine, abanoz, pelesenk, fildişi, kehribar, gümüş gibi seçme malzeme kullanırlar. Meraklısı bedelini seve seve öder, üçüne beşine bakmaz. Kalem, kol düğmesi, kravat iğnesi, cep saati gibi aksesuardır, harbiden itibar.  

 

Peki sonra?

 

Sonra n’ossun? Plastik girer hayatımıza. Hatta ince silindire yağlı mürekkep basar, ucuna bilye takarlar. Roller kalemler de tükenmez mantığıyla çalışır, mürekkebi suludur o kadar.

 

Sonra kartuşlular, jelliler, keçeliler, fosforlular çıkar, piyasa çeşitle dolar. Yok sıfır beşler, bilmem ne ince uçlular...

 

YERLİDEN ŞAŞMA

 

Yolu Cağaloğlu’ndan geçen her vatandaş gibi vitrinlere bakar, alakadar olurduk fiyatlarıyla.

 

İtiraf edeyim aklım kalemden ziyade kutularında. Bazıları kalite ahşaptır, içine kadife döşerler hatta. Meğer elin oğlu kalemi ceketinin cebine takar, kutusunu çöpe atarmış acımadan.

 

Duyduğumda nasıl üzülmüştüm anlatamam. Âlâ lazım olur, insan saklamaz mı kenarda?  

 

Türklerin itibar ettiği kalemler genellikle Alman malıdır. Pelikan, Montblanc, Lamy, Faber Castell ve Kaweco sık çıkar karşınıza.
Sonra Japonların tapon olmadığı fark edilir. Platinum, Pilot, Sailor yan kulvardan kopar, son düzlüğü karıştırırlar.

 

İngiliz Parker, ABD’li Cross ve Scheaffer’ın da meraklısı vardır.

 

Ama şıklık ve akıcılıkta yerli Scrikss alayına fark atar. Hatta dünya kalite ödülünü alır, zirveye oynar (1993-Hollanda).

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.