Şuşa şirin bir belde. Objektifi ne yana çevirseniz fotoğraf, parmağınız acıyor deklanşöre basmaktan..
Sağolsun Döwlet Kültür Müdiresi Semaya Hanım önümüze düşüyor kenti gezdiriyor. Üslubu hoş, bilerek bozmadım, duyduğum gibi yazdım. Buyrun başlayalım...
Evvel zamanda Han Penah Ali ve Karabağ halkı saldırıya açık bir yerde yaşamaktadırlar, nöbet tutmaktan yorulurlar. Sadece şakiler değil civar hanlar da tehdit eder, kaldı ki Rus’a, Gürcü’ye, Acem’e itimad olunmaz.
Süvariler dağılır, döner gelirler birkaç gün sonra. “Müjde efendim” derler “istediğiniz yeri taptık (bulduk). Gayanın üstünde, meşenin içinde, apayrı bir dünya!”
Gider bakarlar büyüüük ama çok böyyük bir kaya. Yekpare taş sanılır alttan bakanda. Ama üstüne çıkan şaşırır, zümrüt yeşili bir saha. Dört tarafı uçurum, yamaçlar kartallara yuva. Eh bir de kale yapılırsa, kimse bizar edemez bundan sonra.
Derhal mimarları toplar, girişelim imara. Kale aylar içinde çıkar ortaya.
İyi de tek çiçekle bahar gelir mi? Azerbaycan’ın muhtelif bölgelerine haber yollar, paralı, ziyalı insanları davet ederler Şuşa’ya. Alır ustalarını gelirler ve bir yarıştır başlar aralarında. Zenginler soylular kesenin ağzını açar, diğerlerinden daha büyük, daha alımlı bir konak peşinde koşar. Bahçeler, fıskiyeler, havuzlar...
Şuşa’da gezerken görürsünüz ki büyük, muhkem binalar, değişik kemerler, geniş pencereler, yüksek kapılar.
Uzatmayalım Şuşa’nın 17 mahallesi olur ve her birinin de ayrı ayrı camisi, hamamı, çeşmesi vardır. Hiçbiri yek diğerine benzemez, farklı olmaya bakarlar.
Nasıl şimdi zenginler İsviçre’ye gider, o zamanlar dincelmek gencelmek isteyen koşar gelir Şuşa’ya . Burada istirahate çekilenlerin nefesi düzelir, yüzü renklenir, kasları güçlenir, zaten meyvesi bol, eti, sütü, peyniri leziz, yatalaklar dahi kalkar ayağa.
Kafkasların havası güzeldir Şuşanınki güzel ötesidir biz unical diyeriz ona. Hele Cıdırdüzü’ne gidende sanırsınız havadan su serpilir bağrına.
Sovyetler döneminde ilde (yılda) 60 bin insan gelir, sağlığına kavuşur biiznillah.
Şuşa’nın esas girişi Gence Kapısındandır. Kale dıvarı dimdik ayakta, ehemmiyetli mimarlık abidesi sayılır döwlet nazarında. Evvel zamanlarda kale kapıları sabah açılır, akşam kapanır. Ki kenar insanlar (yabancılar) girmesin Şuşa’ya. İki yandaki pencerelere tacirler mallarını serer, müşteri ağırlar. Develer atlar surların gölgesine sokulurlar. Ollar için bol ot vardır, keyfle yayılırlar.
Şuşa’da Mayıs Haziran aylarında bir gül yetişir ki başka yerde bulunmaz. Buna Xahribülbül (haribülbül) denir. Günün çıktığı ve battığı yerde bitir, sanırsınız güneşi kovalar.
Deyirler ki Han kızı gurbete gelin göçmüş Şuşa’yı da pek özlemiş. İstemiş ki yurdundan bir şey getirsinler ona. Bu gülü görende ziyade memnun kalmış, beni anlatıyor demiş âdeta. Gül sanki dertli bir bülbül, başını eğmiş düşünür kara kara.
Han kızı (Cevanşir kızı) Nahtavan Xurşid Banu ise edibe, şaire bir hanımdır, ressamdır ayrıca. Sadece Azerbaycan’da değil bütün Kafkaslarda mühim hidmetler yapar. Şuşalılar çok hürmet ederler çünkü mearifperverdir, servetini hayra harcar.
Kent kayanın üzerinde yerleştiği için insanların en büyük problemi su olur. Sakalardan para ile alırlar. Nahtavan servetini harcar, su getirir dağdan. Ki onun çektirdiği içmeli suyu kullanırlar hâlâ.
Düşünün Şuşalılar Nahtavan’ın meyyitini taaa Ağdam’a kadar çiğnlerinde (sırtlarında) aparırlar, hem de yayan. Ermeniler kabrini dağtır, sümüklerini (kemiklerini) çıkarıp kırarlar.
Heykeli de Ermenilerin saldırısına uğrar, kurşunlanır, hurda fiyatına xarici ülkaya satılır. Ama Azeriler bulur tekrar satın alır, mili incesanat muzeyinin hayatında nümayiş ettirilmek üzere koyarlar Bakı’ya.
18 YY’da Ruslar Azerbaycan hanlıklarını ilhak etmeye niyetlenir Karabağ Hanlığı Osmanlı himayesine girmek ister. Tahran’dan Tiflis’e geniş bir araziyi kontrolü altına alan Kacar Türk hanedanından Ağa Muhammed Şuşa’da katledilir. Karar akim kalır.
Ermeniler Şuşa’ya suilet çizen Gövher Ağa camiini aşikare yıkamaz, zamanla erisin diye uğraşırlar.
Mescidin camını penceresini kırar içine domuz sığır koyarlar. Caminin önündeki tarihî kabir taşlarını aparıp satar, minareleri hırpalarlar. Artık görüldü ki camii dağılmakta, çıkıp derler ki bu Fars camisidir. Türk hatlarını ve motiflerini kazır, İranlıları çağırıp yenilerini yaptırtırlar.
Şimdi tekrar elden geçti, öz şekline gayttı (döndü) nice hasretten sonra.
Karabağ eskiden beri atları ile tanınır. Bilhassa İbrahim Halil Han tay yetiştirmeye meraklıdır. Küheylanları Cıdırdüzü mevkiinde koşturur, rüzgârla yarıştırır.
Romalı Vegetius Renatus, Roma ordusunun tek el kitabı olan “Epitoma rei militaris” de Kafkas atlarının altın renkli, sıcakkanlı, hafif bedenli, dayanıklı, uzun ve güzel boyunlu olduğunu yazar.
Cıdırdüzü bir uçurumla sonlanır ki aşağı bakanın başı döner âdeta. Ancak Azerbaycan askerleri yaya olarak gelir ve gece kayalara tırmanıp çıkarlar.
Askerlerin Şuşa’ya gelirken kullandığı patika şimdi tertemiz bir asfalt “Zafer yolu” diyorlar ona.
Dünyanın mimli hapishaneleri vardır. San Quentin (Kaliforniya), Bang Kwang (Bangkok Hilton), Rikers Island (New York), Alcatraz (San Francisco), La Sante (Paris), Tedmur (Suriye Palmira) Carandiru (Brezilya) gibi... Bunların kiminde mahkûmlar azgındır kiminde gardiyanlar gaddar.
Şuşa Hapishanesi ise cezaevinden ziyade esir kampıdır. Ermeniler yok etmek istedikleri Azerileri buraya alır, canını çıkarır. Nitekim çirkef sularının yığılması için açılan foseptik kuyusunda 17 mazlum naaşı bulunur. Cesetlerin duruşuna bakılırsa kimi yüzüstü atılmış, kimi baş aşağı. Altı neferin karın boşluğunda nal mismarları (çivileri) çıkar. Kesik, delik, kurşun ve işkence izleri vardır ayrıca.
Seydamet Nurullah sevimli bir Azeri. Bir gözü oynamıyor gibi geldi bana. Takma mı acaba? Sormama gerek kalmadı anlattı: Ben de Şuşa Kalesinde esir tutulmuşam. 95. ilinin (yılının) Mart ayının 21. günü beni değnekle dövdüler. Hırslarını alamadılar bilek kalınlığında sopalarla yüzüme vurdular. Değnek gözüme değdi, kan sıçradığını hissettim. Bir gün geçenden sonra baktılar ki gözüm kararmış bozarmış, beni tekrar getirdiler türme (hapishane) reisinin yanına. Dediler ki kırmızı kart çıkarıp serhat hekimlerine gösterirse iş açılır başımıza. Cezaevi komutanı cebinden bıçağını çıkardı, gözümü oydu yere attı. “Senden kim sorarsa diyeceksin ki, meşe yararken kıymık sıçradı!”
Sinop Cezaevinde belgesel çekmişliğim var. Ama bunun kadar pis kasvetli bir bina görmedim hayatımda. Odada 5 ranza var 10 kişi kalıyorlar ihtimal. Köşede bir delik hem tuvalet hem banyo, mahremiyet ne gezer, odanın ortasında..
Bodrumlar zifirî zindan, tek kişilik hücreler, tabutluklar. Demir işçiliği çok kötü, kıymıklar sanki kasti bırakılmış ki, ellerini kanatsınlar.
Şuşa’da kayıtlı 160 mimari eser var, çarşılar, sebiller, kervansaraylar.
Bilhassa Saatli Camii, Yukarı ve Aşağı Gövher Ağa Camii sanat tarihi kitabı gibi âdeta.
Bırakın onları mezarlıkları bile dağıtmışlar. Taşınabilir eserleri götürüp Avrupa’da satmışlar.
Birinci Karabağ Savaşı’nda yaklaşık 1 milyon Azerbaycanlı göçtü, 30 bin kişi Rus ve Ermeni güçler tarafından öldürüldü. 4 bin insanın ise akıbeti meçhul. Ama Erivan tek kelime etmiyor bu hususta.