Hırsına yenilen başkan Richard Milhaus Nixon

A -
A +
Hırsına yenilen başkan Richard Milhaus Nixon

GÜÇLÜYSEN HAKLISIN! ABD'nin 37. Başkanı Nixon, sadece güce inanır, karşısındakinin haklı olup olmadığını umursamaz... İSRAİL'İN EMRİNDE Gençlik yıllarında Yahudilere verip veriştiren Nixon, iktidara gelince tam aksini yapar. Kissinger'la el ele verir, siyonistlere çalışırlar ONDAN YADİGÂR Dünyanın başında üç dert var... Kan dökücü ABD ordusu, yaptım oldu diyen İsrail ve karşılıksız dolar. Bunların üçü de Nixon'dan yadigâr HIZLI YÜKSELDİ, FENA YUVARLANDI Richard Nixon (1913-1994) Whitter'da doğan orta direk bir ailenin çocuğuydu. Hukuk okudu, bir süre avukatlık yaptı. 32 yaşında mebus, 35 yaşında senatör oldu. Genç yaşta Başkan Eisenhower'in yardımcılığına yükseldi. İki kez başkanlık seçimini kazanmasına rağmen ABD halkına verdiği sözleri tutmadı. Vietnam'ı kana boyadı. Watergate (telekulak) skandalı ile itibarını kaybetti, "İstifa eden ilk başkan" olarak tarihe geçti. Hannah Milhous Nixon disiplinli, mutaassıp bir kadındır. İki çocuğu ölünce Richard'ın üstüne düşüyor. El kadar bebeğe büyük büyük hedefler çizip dengesini bozuyor. Çocuk zaten hırs küpü, anne baskısı ile çifte kavruluyor. O yıllarda komünizm dendi mi Amerikalıların kanı donuyor. Richard da antikomünist kesiliyor, değişik bahanelerle Marksistlere sövüyor. Sadece Sovyetler'den Demirperde'den değil, Kızıllara akıl satan Yahudi ideologlardan da nefret ediyor. Homolardan, eroinmanlardan, hırsızlardan, fahişelerden iğreniyor. Her türlü melanetin altında Yahudi parmağı arıyor. Delikanlı Richard, Duke Ünv. Hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra Whittier'da avukatlığa başlıyor. Siyasete ilgisi dorukta, Cumhuriyetçilere yakın duruyor. II. Cihan Harbi yıllarında Washington D.C.'deki Fiyat Denetim Dairesi'nde çalışıyor. Vazifesi icabı karaborsacılara mukayyet oluyor. Bu arada para babaları ile tanışıyor, hatırlı dostlar ediniyor. "Baş" olma sevdası her geçen gün artıyor. Tahsilse tahsil, paraysa para... Boy onda, pos onda... Ah bir de kahraman olsa. Bunun da yolunu buluyor, gidiyor donanmaya katılıyor (1942) bir süre Pasifik'te dolanıp, göğsünü brövelerle süslüyor. İşte şimdi oldu. Artık politikaya atılabilir... Atılıyor da... DEVLET BAŞTAN IRAK MI? 1947 seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti, California temsilcisi olarak meclise giriyor. 50-52 arasında senatörlük yapıyor. Sıradan bir kasaba avukatı 33 yaşında milletvekilli, 35 yaşında senatör olur mu? Oluyor valla! Derken hooop Başkan Eisenhower'in yardımcılığına... Ne o, devlet kuşu başında mı dolanıyor yoksa? Bu göz karartıcı ivme hevesini artırıyor, çıtayı yükseğe koyuyor. Gelgelelim başkanlık seçiminde Kennedy karşısında yenilgiye uğruyor. Yetmez gibi 1962 Kaliforniya valilik seçimini de kaybediyor. Karısı ya ben ya siyaset deyince ümidi kırılıyor, avukatlığa dönüyor. Üç yıl, beş yıl derken politika tutkusu depreşiyor. Bu kez havayı iyi kokluyor, yelkeni rüzgâra açıyor. Kürsülerden "Vietnam'dan çekilmeyi" vaad ediyor. Bu ballı propaganda tutuyor, 1968 seçimlerinde rakibi Humphrey'yi kolayca mat edip başkan seçiliyor. KİSSİNGER'LA KOL KOLA Gençlik yıllarında Yahudilere verip veriştiren Nixon iktidara gelince tam aksini yapıyor, Henry Kissinger'ın dümen suyuna giriyor, devleti âdeta Siyonistlere teslim ediyor. Adalet Bakanlığında çalışan Yahudi oranı %40'lara yükseliyor. Yom Kippur Savaşında yok olmak üzere olan İsrail'i Arapların elinden kurtarıyor. Koskoca ABD, avuç içi kadar İsrail'in peşine niye takılır? Bu izahı güç teslimiyetin altında "başkanın şahsi zaafları ve dizginlenemeyen iktidar hırsı" yatıyor. İsrail, soğuk savaş döneminde iyice semiriyor. Tel Aviv "Ama biz Sovyetlere karşı ileri karakoluz" deyip nükleer teknolojiye sahip oluyor. Aslında Rusya ve Bulgaristan ile sınırı olan ve Karadeniz'in kapısını tutan Türkiye daha ileri bir karakol ama bizimkiler kıl koparamıyor. Mısır'da Nasır darbesi yaşanınca. Baas rejimleri (Suriye ve Irak) Sovyetlere yanaşınca, hele hele Yaser Arafat aşırı sol takılınca (El Fetih, Dev Genç militanlarına silahlı eğitim verirdi hatırlayın) Amerika da İran ve İsrail'i kayırıyor. ATALIM Bİ ATOM Neyse dönelim mevzumuza... Başkan Nixon halkına verdiği sözleri tutmuyor. Vietnam'dan çekilmek şöyle dursun, savaşı Kamboçya'ya da yayıyor, hatta nükleer silah kullanmaya kalkıyor. Atalım bi atom by by.. Ho Şi Min de, adamları da moleküllerine ayrılsınlar! Kissinger bunun bedelini anlatabilmek için çok uğraşıyor, neden sonra kafası basıyor da çark ediyor. Nixon komşularına da karışıyor, Latin Amerika ülkelerinde ihtilaller yaptırıyor. Seçimle iş başına gelen Şili Devlet Başkanı Allende'yi tepetaklak ediyor, evini başına geçiriyor. Derken ABD-Türkiye münasebetleri limonileşiyor. Afyon ekimi konusunda takındıkları ceberut tavır can sıkıyor. Kıbrıs hususunda alenen taraf tutuyor. Yıl 1968... 6. Filo'nun şımarık bahriyelileri Karaköy'de sulu hareketlerle kerhane arayınca halkın tepesi atıyor. Edepsiz Conyler denize dökülüyor. ODTÜ'lü gençler ABD Büyükelçisi Komer'in Cadillac'ını yakıyor. Pentagon ve Beyaz Saray müsteşarları masa başına geçiyor, ciddi ciddi "Mavi Camiyi (Sultanahmet'i) vurup Türkleri hizaya sokmayı" konuşuyor. (Başkan Nixon yıllar sonra Sultanahmet Cami-i şerifini ziyarette bulunacak, aydınlık kubbeye, emsalsiz çinilere vurulacaktır.) MASAL SAATİ Nixon ablak suratlı bir Coliforniyalıdır, gülmeyi beceremiyor. Aynaya bakınca sıfatını beğeniyor mu bilmem ama kamera gördü mü dayanamıyor. Her gün ama her gün ekranda... Ya icraat anlatıyor, ya nasihat veriyor. Bir zaman sonra sıkıyor, "öff yine mi bu" dedirtmeye başlıyor. Evet stüdyo spotları herkesi bunaltır ama Nixon (yağlarının tesiriyle olacak) üç dakikada ıslanmış salama dönüyor. Amerikan halkının deyimi ile "domuz gibi terliyor", gömleği bedenine yapışıyor. Kameramanlar da inadına terlerine zumluyor, Başkanı madara ediyor. Savaş kolay değil velev ki ABD de olsa. Nitekim ekonomi raydan çıkıyor, enflasyon alıp başını gidiyor. Fiyatlar ücretler denetlenemiyor, musluklar kısılamıyor. Neticede ABD bütçesi tarihinin en büyük açığını veriyor, üst üste iki devalüasyon yapılıyor, lakin çuval yama tutmuyor. BAS BAS PARALARI... Malum 2. Cihan Harbi'nden sonra dünyadaki bütün para birimleri dolara, dolar da altına endekslendi. O zamanlar dolarını uzatan "verin benim altınımı" diyebilirdi. Gelgelelim kasa boşalınca dolar ile altın arasındaki illiyet kopuyor. Artık yeşil pangınotun üzerinde 10-20-50-100 yazmasının bir mânâsı yok. Doların gerçek kıymeti 3 gr kağıt mesabesine iniyor. Ancak Nixon'un tehditleri işe yarıyor, dolar rezerv para olarak kullanılmaya, petrol piyasasında geçer akçe olmaya devam ediyor. Karşılıksız para basmanın adı "kalpazanlık" ama kimse Yankilerle dalaşmayı göze alamıyor. Biliyor musunuz bu sömürü halen sürüyor, ABD üç vardiya dolar basıp dünyayı haraca bağlıyor. Son yıllarda ABD birçok sektörden elini eteğini çekti, efsane markalar bile suni teneffüsle yaşatılıyor... Ter yok, emek yok, üretim yok. Washington sadece doların sahte gücüyle ayakta duruyor. KAN TİCARETİ Nixon iktidara gelince adıyla anılan doktrinini yayınlıyor. Buna göre yabancı ülkelerdeki ABD birlikleri geri çekilecek, küçük devletler yardımlarla desteklenecek. Doktrinler genellikle kulak okşar ama uygulanmazlar. Yine öyle oluyor. Piyadeler ufak ufak çekilirken, US Air Force var gücüyle Vietnam'a vuruyor, ülkeyi harabeye çeviriyor. Başkan bir gün savaş aleyhtarlarının arasına düşüyor. Genç bir kız öne çıkıyor "sahi neden savaşıyoruz" diye soruyor? Nixon "savaşmayı ben de istemiyorum" diye kekeliyor. - Siz istemiyorsunuz, biz istemiyoruz, Vietnamlılar istemiyor. İyi de bu savaş niye durmuyor? - Maalesef gücümüz yetmiyor. - Sanki yabani bir hayvandan bahsediyorsunuz! - Belki de ben buyum! Halbuki silah tacirlerinin neşesi yerinde görünüyor... Vietnam ve Kamboçya reklam panosuna dönüyor, leblebi çekirdek gibi F-100, C-47, UH-1 satılıyor. Şubat 1972'de Kızıl Çin'e giden Nixon iki ülke arasındaki buzları eritiyor. Ardından SSCB'yi ziyaret ediyor, nükleer silahları sınırlandırmaya matuf bir ant-laşmaya imza koyuyor. Bu varyeteler meyvesini veriyor, hele "kızım eve küçük bir köpek aldı, biz onu çok seviyoruz" deyince işi kafadan koparıyor. 72 seçiminde rakibi McGovern'ın tozunu atıyor. AL TAKKE VER KÜLAH Nixon'un üçüncü kez seçime girecek hali yok ama hırsı fren tutmuyor. Siyasi rakiplerinin ofislerine böcek monte ettirtirken yakayı ele veriyor (Watergate). Nixon bir başkanın fütursuzca suç işleyebileceğine inanıyor. Önceleri inkâr etse de basın üstüne geliyor. Savcı beyaz saraydaki ses bantlarını isteyince panikliyor, ani bir kararla istifa ediyor, koltuğu yardımcısı Gerald R. Ford'a bırakıyor. Başkan Ford eski patronunu içeri tıktıracak değil ya, selahiyetini kullanıp "bağışlanmasına" karar veriyor. Gazeteci Bob Woodward'un ifadesi ile ".....un biri, .....un birini affediyor." Aradan üç yıl geçiyor. 1977 yılında İngiliz sunucu David Frost, Nixon'la mülakat yapmak istiyor. Talep edilen 600 bin doları da önüne koyuyor. Nixon bu toy çocuğu istediği kalıba sokup üste çıkabilir mi? Öyle görünüyor. Nitekim ilk bölümlerde kendini acındırıp, halkı kandırmayı başarıyor. Programın finalinde genç gazeteci taşları gediğine oturtuyor. Başkanın anasından emdiği sütü burnundan getiriyor. Başkan Nixon, "Evet vatandaşlarımı üzdüm" diye mırıldanıyor, "Sevilmedim, sevilmiyorum. Bu işi niye seçtim ki bilmem" derken suratı karışıyor. ABD halkı, Nixon'u nefretle ansa da dengeler kayıyor bir kere... Washington iplerini Tel Aviv'in elinden kurtaramıyor. Ve İsrail can yakmaya devam ediyor... Hırsına yenilen başkan Richard Milhaus Nixon

HAYATA SON BAKIŞ... Amerikan birlikleri Vietnam'da başarılı olamayınca öfkelerini sivillerden çıkardılar. 16 Mart 1968 günü, Americal Tümeni'nin Charlie Bölüğü, My Lai Köyü sakinlerini kurşuna dizdi. Çoğu kadın ve çocuk 504 insanın cesedini çukurlara attılar. 4 saat süren operasyonun ardından "düşman bulundu ve yok edildi" tarzında bir rapor yazıldı. Sonradan iş açığa çıktı. Teğmen William Calley, 109 sivili öldürmekten suçlu bulunsa da Başkan Nixon tarafından affedilir... Vietnam Savaşı'nı sadece silah tacirleri kazandı. F 100 uçakları ile UH-1 Bell helikopterleri yok sattı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.