Huzura Irak kaldılar

A -
A +
Devir Saddam devri. ABD vurdu vuracak, gerginlik son safhada.
Osman Sağırlı'nın aklına uymuş niyetlenmişiz Bağdat'a. Irak meydanları ambargolu, ya Habur'dan girecek Musul'dan ineceksin aşağıya. Ya da Amman'a uçacak, döneceksin doğuya. İkincisini tercih ediyoruz, aşinalığımız var zira.
Amman'da inersin yüz dolara bir dolfin (büyük Amerikan cipleri) tutarsın, sür aslanım Bağdat'a.
Lakin Amerika Irak'ı vurunca. Saraylar alev alev yanınca...  Şoförlerde bir naz, bir eda, kimsenin eli gitmiyor kontağa. Neyse arayıp sorup bir Bağdatlı buluyoruz, o da yakınlarını merak ediyor. Bilmem belki de 500 dolarlık teklif cazip geliyor adama.
Çıkıyoruz bomboş otoban. Karşıdan tek tük gelen var ama giden asla.
Irak kapısında sadece üç tane gümrükçü kalmış. Biri yazıyor, biri imzalıyor, biri hadi hadi diyor. Bizden başka bir Allah'ın kulu yok, bu kadar sükûnet de fazla ama.
Neyse muameleleri yaptırıp düşüyoruz yola. Arabanın kaputuna bantla press yazıyoruz, laf işte Amerikan pilotları nasıl okuyacaksa? Tedirgin olduğumuz kadar var, yanık vasıtalara rastlıyoruz yol boyunca. Ve viyadük üzerinde vurulan bir otobüs, belli ki hadise yeni camlar asfalta saçılmış kan lekeleri duruyor hâlâ. Yakınlardaki kasabaya Ar Rutbah'a giriyoruz. Hastane morgu ceset dolu, doktorun elinde tek bir ampul atropin kalmış onu da sinirle çarpıyor duvara. Allah'tan kırılmıyor. Yanımda belki lazım olur diye aldığım bir torba ilaç var, antibiyotikler ağrı kesiciler filan. Uzatıyorum, garibim servet bulmuş gibi seviniyor.
Ve yanlış bir haber. Rutbah'a saldıran jetler Türkiye'den kalkmış. Haydaaa. "La, la, kellâ" diyoruz ama ortalık geriliyor bir anda. Doktor araya giriyor, "arkadaşlar bizden" diyor "bak kendi ilaçlarını verdiler halkımıza."
Yolun vurulduğuna dair haberler geliyor bu arada. Şoför birden karar değiştiriyor, ben dönüyorum diyor Amman'a. Kendince haklı bir savunması var. "Önümüz kapalı, arkadaki köprüleri de vururlarsa kalırız ortada!"

KARAR VER DÖNME ASLA
Benim döneklik katsayım yüksektir, "he ya" diyorum "adam haklı."
Ama Osman kararlı. Ateş saçan gözlerle şoföre bakıyor, "kum ruh" diye emrediyor, sür Bağdat'a. Yollar vurulduysa vuruldu. Altındaki 4x4 değil mi, araziden gidersin zoru yok ya.
Şükür otobanda pürüz yok, eleman otomatik pilotu 180'e, teybi yalelliye bağlıyor, bağdaş kurup kapanıyor direksiyona.
Ramadi yakınlarındayız gün dönüyor gölgeler uzuyor. "Üstaz vakt-i sala, gir şehre, namaz kılalım şurada."
-I ıh olmaz.
-Öyleyse çek sağa.
Adam nasıl panik, ağlar gibi konuşuyor. Israr edince frene basıyor. İnip iki rekat namaz kılıyoruz, çevremiz Kalaşnikoflu milislerle sarılıyor.
-Min eyn (nerden)?
Kırık dökük Arapçamızla Türkiye, İstanbul, sahafi (gazeteciyiz) filan diyoruz.
-Ala ra'si, ala ayni (başım gözüm üstüne). Eğer namaz kıldığınızı görmesek sizi alacaktık, ortalık casus kaynıyor zira.
Bağdat'a hava kararırken giriyoruz, çukurlara ham petrol doldurmuş yakmışlar, güya siyah duman gölgeleme yapacak da Amerikan uçakları hedeflerinden sapacak.
Ve kesik kesik mermi izleri, hani haritalarda kırmızı kalemle hudutları çizersiniz ya. Bunlar uçaksavarlar bataryaları, perdeleme yapıyorlar akılları sıra.

İÇİ SENİ DIŞI BENİ
Dışarıdan korkunç görünen şehre bir giriyorsunuz ışıl ışıl, hayat devam ediyor. İHA'dan arkadaşlarla buluşuyoruz, gün boyu kamera elde koşturmuş yorulmuşlar. Gündüz iş güçle geçiyormuş ama geceler bitmek bilmiyormuş. Çocuklar bütün camları bantlamışlar, kafalarında madenci fenerleri, ayaklarında botla giriyorlar yatağa. Neden? Efendim bomba civarda bir yere düşse bile camlar kırılıyormuş da ondan, uyku sersemi fırladın yerler serapa sırça. Diyelim bastın ayağın kesildi, ne var yani bunda? Türkiye'de olsa mafi problem ama Irak'ta sargı bezi bile bulunmuyor o sıra.
Daha ilk geceden bombardımana yakalanıyoruz. At at bitmiyor, patla patla dinmiyor. Müezzinler minarelere çıkıyor, hüzünlü bir sesle tekbir getiriyorlar.
Bakıyorsunuz bir kızıllık orada, bir kızıllık burada. Kimin odu ocağı söndü acaba?
Amerikalılar bir tek Ummulkasr denilen köyde direnişle karşılaştılar. Taa Basra'dan Bağdat'a (550 km) otobanı kullanarak ulaştılar. O güçlü Irak ordusu terhis olmuş sanki, 70 bin seçme muharipten oluşan fedayün-i Saddam görünmüyor ortalıkta. Demek senaryoyu yazan yazmış, figüranlık düşüyor sana bana.
Halbuki mahalle aralarında eğitimsiz milislerin vurduğu tankları görüyoruz. Evet Abrams M1'ler yürüyen kale gibi ama roketi yiyince ezilmiş kola kutusuna dönüyor.  
Diyelim vatanseversiniz, üç beş tüfek, elli yüz kum torbası edindiniz mahallenizde mevzilendiniz. İyi de Amerikalı sizinle çatışmaya girmiyor ki, yerinizi tespit ediyor, koordinatlarınızı bildiriyor. Akdeniz'deki gemiler güdümlü füzeyi indiriveriyor başınıza. İyi ama beş on milisi yok edeyim derken bir mahalle silindi haritadan, şunca bina, bunca insan. Amerikalının lügatinde kul hakkı diye bir mefhum yok, sivil ölümlerini kaale almıyor.
Nitekim doğumevinin vurulduğunu duyuyoruz, koşuyoruz hamile hanımlar, bebecikler kan revan. Tamam asıl hedef hastanenin yanı başındaki gıda deposu ama füze adam seçmiyor, sen öl sen yaşa demiyor.
Gazeteciler ekseri Filistin Oteline yerleşiyor, burası nispeten emniyetli. Eh bu kadar batılı muhabir varken hedef olmaz. İyi de oda fiyatları bin dolara fırlamış, deri yüzüyorlar.
Biz sıradan bir apartmanda kalıyoruz, üstelik aynı bahçeye bakan binada milisler var. "Sıkıysa vur" dercesine bayrak açıyor, ağır makineli ile görüntü veriyorlar.
Halkın kâsif dediği cruise füzeleri çok güçlü, sesi bile bizar ediyor. Bazen gecenin bir vakti bina sallanıyor, kolonlar kirişler çatırdıyor, fayanslar kırılıyor. Halbuki patlama duymuş değiliz, peki bunlar nehre düşen mermiler olabilir mi, herhalde izah bulamıyoruz başka...
Zamanla bombardımana da alışıyorsunuz gidiyor, benzin bulabilmek, ekmek alabilmek, peynir, domates tedariki gibi daha mühim işler çıkıyor karşınıza. 
Bağdat 3 milyon, başımıza bomba düşme ihtimali? Diğer üç milyon için ne kadarsa.
Ama efendim sığınak. Ah keşke çare olsa...

ACILI ANA ÜMMÜ GEYDA
Saddam, Kuveyt'e girince, Baba Bush hıncını masum sivillerden alıyor. O yıllarda Bağdat'ta ciddi sığınaklar var, daha ziyade çocuklar ve kadınlar kalıyor.
91 yılında vurulmuş bir sığınağı inceliyoruz. Kapısında meçhule bakan bir kadın, Adı Ümmü Geyda! Kadıncağız "Üstümüz başımız toz olmuştu" diyor, "evimiz yakındı gömlekleri bir sudan geçirsem de arınsa. Oğlum Geyda da gelmek istedi kıyamadım, hayır dedim dön sığınağa! Ağlamaklı oldu parmağımla geriyi gösterdim "dön dedim sana!" Çift cidarlı bir sığınaktı her katman üç metre kalınlığında. Bizim evlerimiz öyle miydi ya. Henüz leğene su çekmiş yakaları çitilemeye başlamıştım ki yer sarsıldı. Sığınağa koştum ortalık toz duman. Meğer Amerikalılar hususi füze yapmışlar, patlıyor deliyor bir daha patlıyor. İçeridekiler kül olmuş, erimiş buharlaşmışlar."
İşte kadıncağız o gün bu gündür (tam 12 yıl) bir ümit bekliyor sığınağın kapısında. Ona sorarsanız Geyda içeride değildi o anda. Mutlaka çıkmış bir yerlere gitmişti. Ve dönecekti mutlaka... Bir gün karayağız bir delikanlı karşısında duracak. "Tanıdın mı anne" diyecek "Ben! Ben Geyda!" 
Çocukken hangimiz kavga etmedik ki? O hırsla pata küte dövüşürsün canın yanmaz. Dudağının patladığını ne zaman anlarsın biliyor musun, birileri ayırınca.
Savaşırken insanlar bakamıyorlar etrafa, acılar bilahare dem tutuyor, çöküyor okka okka.
Iraklılar ellerini yumruk yapıp haykırıyorlardı. Berruh (ruhumuz) biddam (kanımız) neftike ya Saddam (feda olsun canımız) 
Amerikalılar girdi aynı adamlar işgalcilere serenat attılar. Güya ülkede alkol yasak, içki şişeleri düşüverdi seyyara.

GELEN GİDENİ ARATIRMIŞ
Saddam da Esad gibi BAAS'çının biriydi. Ama millet onu bile arar oldu, otorite sarsılınca bir yağma başladı ki nasıl anlatıla.
Şii mahallelerindeki haramiler devlet dairelerine, iş hanlarına, mağazalara daldılar, akılları sıra Tıkritlilerden intikam alıyorlar. Düşünün yaşlı kadınlar bile iş makinelerine yumuldular, boyu büyüklüğünde tekerleği sürüklüyor, ne işine yarayacaksa. El arabalarının üzerinde sterilizatörler, ameliyat lambaları. Demek hastaneleri bile soymuşlar. Otobüsün stop lambasını çalmaya niyetlenen biri, yıldız tornavida götürür yanında. Ama amcam baltayla dilim kesiyor kaportadan, yuh diyorsunuz pes valla.
Belki asrın fotoğrafıydı, haramiler bir bankadan kasa çıkarmaya çalışıyorlar, kapı dar balyozlarla pervası kırıyorlar. O sıra araba ile geçiyoruz "dur" diyorum şöfere "Dur Allah aşkına!"
Bizi vururlar abim diyor, basıyor gaza. Yaa ne vuracaklar, adamların neşesi yerinde görmüyor musun el sallıyorlar.
Fotoğraf makinelerimiz, kameralar, upplink cihazları. Ve canlı yayınlardan tahsil ettiğimiz on binlerce dolar. Çoraplarımız mintanlarımız para dolu, ya yağmacılar gelip tebelleş olurlarsa? İlk kez o gün korkuyorum, yalanı yok ya.
Ve ilk kez o gün ağlıyorum. Amerikalılar Azamiye'yi basmış, tankçılar minare üzerindeki Lafza-i celale nişan almışlar. İmam-ı Azam hazretlerinin türbesi per perişan, sandukayı da vurmayı denemiş tutturamamışlar. Ebu Bekr-i Şibli hazretlerinin kabristanı tarumar, bilhassa tarihî Arap evlerini tahrip etmiş, mahalli mimariye saldırmışlar.
Klasik Yanki bunlardan anlamaz, namlu başında Yahudiler mi vardı acaba?
Ve derken ABD'li güvenlik firmaları icraata başlıyor. Bunlar bildiğin kiralık katil, kara ciplere biniyor, kara gözlükler takıyorlar. Şapkalarının siperi ile yüzlerini saklıyorlar. 
Sonrasını biliyorsunuz işte Felluce işkenceleri, Guantamalalar... IŞİD için zemin hazırlıyorlar.
Eğer aradan geçen şunca yıla rağmen yaşadıklarımı sahne sahne hatırlıyorsam... Gazzeli yavrular da bu katliamı kolay unutamayacaklar.
İsrail için bir şey yazmayacağım onlar zaten düşman kazanmak, lanetle anılmak için ellerinden geleni yapıyor.

 
ZEMİN KAYGAN
Iraklıları çözmek zor, daha dün Saddam için "ruhumuz kanımız feda olsun canımız" diyenler Amerikalıları ayakta alkışlıyor.
 
 
Bir Amerikalı İmam-ı Azam hazretlerinin türbesini niye tahrip eder? Meğer bildikleri varmış yeni yeni netleşiyor manzara.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.