Bilmiyor gülmeyi sakinlerin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gölde elem katrasıdır Yassıada
Faruk Nafiz Çamlıbel

İstanbul Adalar Kaymakamlığına bağlı 9 ada var. Bizans’ta Prens ya da Kızıl adalar adıyla maruf adaların en büyüğü Büyükada. Heybeli, Burgaz, Kınalı gelir ardı sıra. Bunlar hareketli hatta fazla hareketlidir, tatil günleri turistten bıkarlar. Sedefadası ise hususi mülktür, kapalıdır yabancıya. Kaşıkadası ve Tavşanadası ıssızdır, boğuşur durur dalgalarla.
Yassıada hem meskûn, hem metruktur, evvelce manastır, askerî üs filan vardır. Bazı maceraperest sefirler malikane yaptırır. Sonra bıkar bırakırlar martılara.
Baharda yeşillenir, çiçeklerle bezenir. Kekik, lavanta gibi kokulu nebat içinizi açar, ohh miss şerbet gibi gelir âdeta. Al çiçekli zakkumlar da görüntüyü kurtarır bu arada.
Ayak basmayan yerler makiliktir, taş meşesi, kocayemiş, katırtırnağı, mersin, bodur ardıç serpilir aralarına.
Sakız, ladin ve zeytin de vardır ama evin öz evladı mimoza. Onun yeri başka.

Eskiden av hayvanları da çokmuş, bitirmişiz uçana kaçana ata ata. Artık keklik, çulluk, yaban kazı, bıldırcın sürüleri uğramıyor. Bayırlarında adaçayı da yok, ada tavşanı bile kalmamış Tavşanadası’nda.
Sahillerde karabatak, çalılarda ispinoz, serçe, saka, yukarılarda kaya güvercini, nar bülbülü, sığırcık, saksağan. Ama hâkim güç kesinlikle martı ve karga, zaferlerini ile ilan ediyorlar bağıra çağıra.
Adalar elli yıl evveline kadar balıkçı kasabasıydı, iskelede ağlar onarılır, gece tekneler peş peşe akardı deryaya. O güzelim Marmara lüferleri, kofanalar, palamutlar, torikler kalmadı; zargana çinakop bile küstü, bakalım istavrit ne kadar dayanacak?
Efendim ada hayatı alışmayana ters gelir, sanki bağlı gibisin prangaya. Lodos uzun sürerse günlerce mahkûm olursun dört duvar arasına.

İşte bu yüzden hapishane yapılır. Bizans imparatorları tahtını tehdit eden hasımlarını sürer, tıkar zindana.
Henüz 4. yüzyılda İmparator Filavius Lulius Valens, Ermeni Başpatriği 1. Nerses’i kodese kapatır mesela.
Bizans liderlerinden İoannis Orfanotrofos rakibi Konstantinos Dalassenos’u sürer ki bir nevi Alkatraz diyebilirsiniz ona. Derken İmparator Teófilos Platea Manastırı’nı kurar. Rahip İgnatios, sürgünden kurtulup patrik olur Kırk Azizler adında bir kilise yaptırır (860). Devlet, kilisenin altındaki mahzen ve dehlizleri zindan olarak kullanır, bu yüzden ruhanilerin arası açılır.
Adaya sürülenler sıradan insanlar değildir, prenstir, naiptir hatta imparatordur zamanında. Malazgirt’te yenilen Romen Diyojen’i de buraya kapatırlar. Kızgın demirle gözlerine mil çeker dünyasını karartırlar (1072).
Yaa senin ne işin var İstanbul’da, otur Alpaslan’ın yanında, paşalar gibi yaşa.

Haçlı seferleri esnasında Venedik Doju Enrico Dandolo Ortodoks Manastırı’nı basmakla kalmaz, adalarda ne varsa çalar, boylu boslu gençleri, kaşlı gözlü kadınları götürür yanında (1204).
Adalar malum her yanı deniz, açıktır hücuma. Nitekim Rus, Giritli ve Eğribozlu korsanlar gece gelir yağmalar. Tuttuklarını zincire vurur, esir pazarlarında satarlar. Gücü kuvveti yerinde olanları çakarlar forsaya.
Hatta bir ara korsanlar manastırdaki keşişleri toplar, bacaklarından direklere asar, kırbaçlayıp bağırtırlar. İmparator II. Andronikos’tan ciddi bir fidye alırlar.
Ada halkı Latinlerden çok çektiği için Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey’e karşı koymaz, bu yüzden mülkünden koparılmaz, kiliselerine dokunulmaz, yaşarlar huzurla.

Yıl 1859. İngiltere Büyükelçisi Henry Bulwer Yassıada’yı satın alır, sahilde mimar Konstantin Dimadis’e bir şato yaptırtır. Bir konak da tepeye kondurur, eski manastırın yıkıntıları arasına. (Şu an Oramiral Sadık Altıncan Kütüphanesi)
Henry üzüm bağları kurmaya çalışsa da yorulur bıkar, tutar adayı Mısırlı İsmail Paşa’ya satar. Paşa adımını bile atmaz, Hidiv Kasrı gibi bir mekânı varken niye oyalansın orada?
Bilahare Deniz Kuvvetleri satın alır ve adayı eğitim üssü yapar. O dönemden yükselen binalar ucubedir, sanki arsa sıkıntısı varmış gibi 9 kat çıkarlar.
Devasa spor salonu DP’lilerin yargılandığı mahkeme olacaktır daha sonra.

Yassıada yassıdır ama öyle kadayıf gibi de değil, tepe denizden 46 metre yukarıda. Mimari de ufki değil şakuli, beş on rakam da onlar katar rakıma.
Ancak binaları korumak ne mümkün? Tuzlu su betonu da çürütür, ahşabı da.
Enteresandır yurt dışındaki mebuslar bile gelir teslim olur ayaklarıyla.
Menderes’in kilitlendiği odanın küften rengi dönmüş, sıvaları dökülmüş serapa. Pencereye kalıp tahtaları çakar, güneş ışığına yosun kokusuna mani olurlar. Tavanda 40 mumluk ampulün sarı ışığı kendini bile aydınlatmaz, loş olsun ki hayattan bıksınlar.
Bütün eşyası bir askı, bir somya, bir iskemle ve masa. Lavabo hela ortalıkta. İnsan hacetini nasıl görecek nöbetçiler arasında?

Mahkûmlar kaleme kâğıda sarılır sevdiklerine mektup yazarlar. Elli kelimeyi geçmesi yasaktır ve çoğu verilmez postaya. Berin beklesin bakalım, haber gelecek güya...
Yüksek Adalet Divanı, yaklaşık bir yıl DP’lileri yargılar, kimi hapse atılır, kimi yollanır darağacına.

Bizde böyle ısmarlama isimler kalıcı olmaz. Bakın Mithatpaşa Stadı, Yeşilköy Havaalanı diyoruz hâlâ. “Hürriyet Meydanı” da aslına rücu etti “Bayezid” oldu sonunda.
