AB Komisyonu''nun genişlemeden sorumlu temsilcisi Gunther Verheugen''in Ankara''ya verdiği iddia edilen, ancak daha sonra verilmediği açıklanan bir rapor etrafında başlayan tartışmalar, yeni yeni unsurlarla devam ediyor. Kürtçe eğitim ve televizyon yayın hakkının istendiği şeklinde yansıtılan bilgilere (yahut iddia), daha sonra Kıbrıs meselesi de eklendi. Bu konuda hassas çevrelere atfedilen tepkilere, bazı siyasiler de katıldı. Kısacası, Ankara''da her zamanki gibi bir kör döğüşü devam ediyor. "Söylenenlerin ne kadarı doğru, Türkiye''ye dayatılan istekler var mı, varsa neler, Türkiye bu meseledeki zorlukları aşabilecek mi, hükümet ortakları ortak noktada buluşabilecek mi, bundan böyle nasıl hareket edilmeli?" gibi soruların cevabını bulabilmek için, uzun yıllardan beri AB ile ilgili meseleleri çok yakından takip eden, Türkiye''yi Avrupa Parlamentosu''nda temsil görevini yürüten, Sağlık eski Bakanı ve ANAP İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı ile görüştük. *AB temsilcisi Verheugen, birçok kimseyi huylandırdı. Gerçekten, birileri adına Ankara''nın bir şey vermesini istedi mi Verheugen? İstedi ise neler istedi? Akarcalı -Şöyle de diyebiliriz; acaba Verheugen''i bahane edip Türkiye''de suları bulandırmak isteyenler mi ortalığı karıştırıyor? Olayı başından alalım: Helsinki''de Türkiye''nin AB''ye tam üyelik için aday olması kararını bizim dışımızda, bize rağmen almadılar. Türkiye''nin tam üyelik için aday olarak kabul edilmesi maksadıyla ülkemizin bütün kuruluşları lobi yaptı. Hiçbir siyasi parti de buna çelme takmadı. Bunu hem yiğidin hakkını vermek, hem de herkesin sorumluluğunu taşıması bağlamında söylüyorum. İşvereni, işçisi, üniversitesi, basını ile harkes destek verdi. Ve çelme takmak isteyenler oldu. Ki, bunu kötülemek için değil, en tabii hakları olarak görüyorum ben. Bunu Norveç''te de söyleyen var. Bizde de olacak tabii. Ama büyük bir çoğunluk "Helsinki''yi istiyoruz" dedi. Helsinki''de de tam üyelik kararı alındı. Helsinki''den sonra Türkiye sanki tek amaç bir karar alınması, ondan sonra bir uygulamaya geçilmesi değilmiş gibi, bir uykuya yattı. Avrupa Birliği''ne girişi önceliklerinden çıkardı. Türkiye''yi AB''ye hazırlama neredeyse sadece Türk Dışişleri Bakanı ile Yunan Dışişleri Bakanı''nın dostluğuna indirgendi. İş o kavşakta düğümlenip kaldı. Halbuki Türkiye''nin hazırlık yapmadan geçirdiği bu sürede Avrupa tarafında saat, taksimetre çalışıyordu. Çünkü yol haritası, ulusal plan vs. çeşitli isimlerle anılan prosedürün Ekim ayında sonuçlanacağı biliniyordu. Hiçbir şey yapılmadı. Ta ki, Mesut Bey bu konuda kolları sıvayana dek. Meclis''in tatile girmesine birkaç gün kala sekreterya kuruldu. Halbuki o sekreterya rahatlıkla sene başında kurulabilirdi. Bizim kendimizin hiçbir hazırlık yapmamamız, karşı tarafın da yapmaması gibi bir yanlış anlamaya yolaçtı. AB bunu yalnız Türkiye ile ilgili olarak yapmıyor. Bunu bütün adaylar için yapıyor. On sene önce Avrupa''nın en geri ülkesi olan Bulgaristan bile kendisini toparlayıp hızlı bir şekilde hazırlanırken, Türkiye''nin kendi iç gündemi ile vakit geçirmesi AB''yi bağlayan bir olay değildir. Nedir? Biz masanın üstüne kendi gündemimizi koymuyoruz, başka tarafın getirdiği bir gündeme bağırmaya başlıyoruz. Buna hakkımız yok. Bunu bilelim. Karşı tarafın gündeminin haklı veya haksız olması ayrı konu. Hiç birşey getirmiyoruz * Yani gündemi belirleme noktasında inisiyatif almıyoruz, alamıyoruz diyorsunuz? Akarcalı- Tabii. Yani bu ortaklaşa bir yemek. Piknik için hafta sonu siz birşeyler getirin, biz de getirelim, birlikte yiyelim. Ama biz hiçbir şey getirmiyoruz. Ondan sonra da karşı tarafın getirdiği hep acılı şeyler. Ve biz bağırmaya başlıyoruz. Böyle acılı yemekle niye ağzımız yanıyor vs. Türkiye''nin başta bu yanlışlığı var bir. İkincisi Verheugen olayına gelecek olursak, bu kişi AB''de Türkiye''yi en iyi anlayacak Avrupa bürokratıdır. Türkiye''ye karşı önyargıları yok. Dostlukları var. Bunda Dışişleri Bakanı Cem''in de payı var. Sosyal Demokrat olduğu için de şu anda, Avrupa''daki sosyalist iktidarlarla güvenli ilişkileri var. Verheugen''e haksızlık yapılıyor. Ben burada Verheugen''in savunucusu değilim. Kendisi ile el sıkışmanın dışında bir şeyim yok. Ama kendisine haksızlık yapmayalım, buraya ne ültimatom getirdi, ne de şunları şunları yapacaksınız vs. dedi. Fakat AB''nin bu konulardaki duyarlılığı, bu konudaki ilgisi zaten 20 senedir biliniyor. Yani AB Parlamentosu''nun şimdiye kadar Türkiye ile ilgili olarak almış olduğu 30-40, hatta 50 kararda bunlar zaten var. * Özellikle "Kopenhag Kriterleri" diye ünlendikten sonra çok konuşulmaya başlandı. Akarcalı -Kopenhag kriterleri, Avrupa''nın daha önce çeşitli vesilelerle ortaya koyduğu davranışların, yaklaşımların daha bir sisteme ve ölçüye bağlanmasıdır. İş de yedi tane maddeye bağladı. Şimdi biz AB ile bütün ilişkilerimizi yalnızca üç-dört maddeye indirgiyoruz. Bizimle uğraşmak isteyenlere de adeta diyoruz ki, işte bunlar benim yumuşak karnım, beni buralardan gıdıkla! Ya da buralardan hançerle! Bunu bilmemiz lazım. * AB ile ilgili olarak yapmamız gereken ev ödevini, Ankara''daki dar bürokrasi kadrosu dışında Türk kamuoyu ne kadar biliyor? Akarcalı -Son derece az biliyor. Ayrıntısını son derece az biliyor. Türk halkı genel felsefesi ile kabul ediyor. Yani biz AB''ye üye olalım diyor. Yaptırdığımız anketlerde, AB''nin getireceği ekonomik yararlara inananların oranı yüzde 60. Ama AB''nin demokrasi ve insan haklarında standardı yükselteceğine inananların oranı yüzde 70. Toplumdaki bilinç, "cebimden ziyade fikrime önem veririm" noktasına gelmiş. Bu bizim için çok önemli bir ölçü. Ben bunu sizden evvel bir Fransız gazeteciye anlattım. Rakamları gösterdim, inanmadı. Onlar zannediyor ki, Türkiye sadece ekonomik yarar elde etmek için AB''ye girmek istiyor. Ancak halkımız maalesef işin ayrıntısını bilmiyor. Bundan dolayı kabahat hepimizde. Ama bu işin sorumluluğunu taşıyan hükümettir. Muhalefetin de halkı aydınlatma görevi var ama, bu onların sorumluluğunda değil, bilincinde olur. Hükümet bu konuda bir şey yapmadı. Dışişleri Bakanlığımız bir şey yapmadı. Bürokrasi de hükümete bağlı olduğu için o da fazla bir şey yapmadı. Türkiye ve AB''nin şansı Onun için Mesut Yılmaz''ın bu işin başına gelmesi, Türkiye ve AB için bir şans. Şimdi ben bunu söyleyince diyecekler ki, ee Mesut Yılmaz genel başkanı, onun için böyle konuşuyor. Hayır, bir politikacı için en kötü şey kendi partisinin genel başkanına içi boş olarak yağ çekmektir. Bunu neden söylüyorum, düne kadar bu iş hükümette muğlak iken, artık bir muhatabı var. AB yetkilileri de artık iletecekleri mesajlar için karşılarında tanıdıkları bir muhatap bulacaklar. Sayın Yılmaz, hem Başbakan Yardımcısı, hem bir partinin genel başkanı olarak arkasında halk desteği var, hem de eskiden Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Devlet Bakanlığı gibi çok önemli görevlerde bulunduğu gibi, 1985 yılından beri, Avrupa Demokratik Birliği dediğimiz, çok büyük bir kuruluşun içinde. On seneden beri genel başkan yardımcısı. Bu kuruluşun beş genel başkan yardımcısından biri. Hem geçmişteki görevlerinden, hem de bu konumundan dolayı Avrupa ülkelerinde çok geniş dostlukları var. Bu da büyük bir avantaj. Çünkü devlet olarak iletemeyeceğiniz mesajları böyle şahsi dostluklar kanalıyla rahatlıkla iletebilirsiniz. Bunlar Sayın Yılmaz''a iltifat için değil, bilakis sorumluluğunu belirtmek için söylüyorum. Çünki, bir sene sonra eğer biz hâlâ meseleyi anlatamadık dersek bunun için hiçbir mazeret bulamayız. * Yalnız dikkat çeken bir nokta var. Sayın Yılmaz özellikle son aylarda hep Avrupa standartları ve mentalitesiyle konuşmaya özen gösteriyor. İnsan hakları ve demokrasi konularında hep Kopenhag kriterlerine atıfta bulunuyor. Yılmaz''ın bu yaklaşımı özellikle MHP cenahından ihtirazi kayıtlarla karşılaşmaz mı? Bu da hükümet içinde sıkıntı oluşturmaz mı? Veya şöyle diyelim; Yılmaz''ın bu konulardaki çalışmalarına engel olmaz mı? Akarcalı -Engel olacağını sanmıyorum. Şöyle söyleyeyim; Sayın Yılmaz''ın bu söylemleri Helsinki sonrası değil, daha eskidir. Ekonomik sıkıntılara rağmen, vatandaş AB''yi öncelikle demokrasi ve insan hakları için önemli görüyor. MHP''nin bazı itirazlarının olabileceği meselesine gelince. Bu son derece normal bir olaydır. Bunları kavga ve kriz olayı olarak görmemek lazım. Her partinin belirli konularda evet diyemiyeceği tabiidir. Eğer her parti her konuda evet derse o zaman çoğulculuk kalmaz. Herkes tek üniforma giymiş olur, yalnızca üniformanın rengi değişik olur. Bu da olmaz. * Bu konuda aşılamayacak ihtilaf yoktur diyorsunuz. Akarcalı -Evet, aşılamayacak ihtilaf yoktur. AB''ye giden yolda hükümet içinde sorun olmayacaktır. TBMM''de de sorun olmayacaktır. Bunu çok net bir şekilde söylüyorum. Bunu kamuoyu çok iyi bilsin. Ve suyu bulandırmak isteyenler de arkalarında olmayan desteği var gibi göstermesin. AB ile ilgili kimi gelişmeleri, işte efendim ülkenin egemenliği tehlikede vs. şeklinde inanılmaz derecede abartıyorlar. Türkiye bu korkularını bırakmalıdır. Türkiye büyük devlet, büyük ülke ve büyük millet olduğunu anlamalı. * Şunu mu demek istiyorsunuz? AB''ye girmek Türkiye''nin kabul edemiyeceği hükümler ihtiva etmiyor. Türkiye''nin temel egemenlik haklarına herhangi bir halel gelmiyor. Türkiye''nin üniter yapısına herhangi bir zarar vermeyecek. Akarcalı -Hayır. Şu anda AB''nin 15 tane üyesi var. 13 tanesi daha sırada. Daha başkası da gelsin dense, kıyıda köşede kim varsa gelecek. Bütün bu ülkeler aptal mı, bütün bu milletler aptal da bir tek biz mi akıllıyız? Ya da daha doğrusu bizdeki üç-beş kişi mi daha zeki? Yani bunca ülke, şu anda dünyanın en zengin, en gelişmiş, en okumuş, en entellektüel, en, en, en... dediğimiz ülkeler beş para etmez de bizdeki beş-altı kişi mi daha iyi biliyor? Bunların hiçbirisi doğrusu değil. Ben inanıyorum ki, AB''nin tam üyesi Türkiye; daha çok Türk, daha çok Müslüman ve daha çok kendisine güvenen ülke olacak.

